Ahmet İNANLI

Altta kalanın canı çıksın

Ahmet İNANLI

  • 561

Hayatta pek çok olay sübjektif bakış ve değerlendirmeler sonucun da gerçek anlamını ve değerini yitirebiliyor. 
Bize yapılmasını istemediğimizi bazen bilerek ya da bilmeyerek karşımızdakilere yapabiliyor ya da söyleyebiliyoruz. 
Kendimizi onların yerine koyup düşünemiyoruz ya da düşünmek istemiyor olabiliyoruz.
İnsan insanın aynasıdır aslında. 
Ne verirsen onu alıyorsun. 
Nasıl görünürsen öyle görüyorsun. 
Ne taraftan yaklaşırsan karşındakine, o da sana o açıdan yaklaşıyor, elini uzatırsan o da uzatıyor, dokunursan o da dokunuyor parmak uçlarına, seversen o da seviyor…
Ama gelin görün ki gerçek hayatta bu duygu ve düşünce eksenli algı her geçen gün maalesef azalıyor. 
Kendi benliğimize istediklerimizin acaba ne kadarını karşımızdakiler için isteyebiliyor ve onların da bir duygularının olduğunu dikkate alabiliyoruz..? 
Yoksa konformist zihnin esareti ile altta kalanın canı çıksın ruh haliyle, var olan güzelliklerimizi adeta elbirliğiyle yok etme yarışını mı veriyoruz…? 
Belki de daha acısı, duyarsızlığımızdan zevk alırcasına bir sosyal kabullenme çıkarımına mı gidiyoruz…? 
Yaşam sürecinde kavramsal değer algılarımızın ne olduğu, öncelliklerimizin neler olması gerektiğini belirler. 
Ama kişiler çoğu kez bunun önemini unuturlar.
 Değerler anlamındaki kapsam geçerliliğini umursamayız. 
Ya da, yanlış tanımlamaların zihnimizde meydana getirdiği algıyı sorgulamayız. 
Durum böyle olunca da; bir değer kaybı sonucun da birçok değeri kaybedebiliyor ya da farkında olmadan istendik olmayan bir değer kazanımıyla, birçok yeni ve farklı olan, aslında içselleştiremediğimiz ama yaşam biçimi haline getirdiğimiz zihinsel algı yansımalarını gösterebiliyoruz. 
İşte bu yanılgının bedelini de sadece biz değil, toplum ödemek durumun da kalabiliyor. 
Önemli olan, değerler algımızın niteliksel durumunun ne ve nasıl olduğunun farkında olabilmektir. Ve bu farkındalıkla gerekli önceliği belirleyip yaşamsal davranış biçimlerimizi belirleyebilmemizdir.
BUNU BİR ÖRNEKLE TAÇLANDIRALIM:
Bir adamcağız çok kısa süre arayla önce oğlunu sonra kızını evlendirmiş. 
Aradan bir süre geçmiş bir gün yolda giderken bir arkadaşına rastlamış. Arkadaşı merak ve heyecanla sormuş.
“Dostum nasılsın, nasıl gidiyor çocukların ayrılıklarına alıştın mı…?. 
Nasıl damadından gelininden memnun musun, çocukların durumu nedir…?” diye sormuş
Adamcağızın gözleri sevinçle parlamış. 
Başlamış anlatmaya…
“Ah dostum”. Demiş. “Allah öyle iyi bir damat verdi ki sorma. 
Kızım çok  mesut. 
Kocası gözünün içine bakıyor. 
Elini soğuk sudan sıcak suya sokmuyor. 
Eve hemen bir hizmetçi tuttular bütün işleri o yapıyor. 
Kocası çok uyumlu yemek seçmiyor, ne olsa yiyor. 
Kocasının eli bir bol, bir cömert ki  ki sorma. 
Her gün gitmeden günlük harçlığını yatağın başucuna bırakırmış, Uyandırmaya  kıyamıyor karısını. 
Öylece çekip gidermiş. 
Kızım canı ne isterse alıyor, geziyor, yiyor içiyor, canının  istediği gibi yaşıyor, kocası hiç karışmıyor.
Arkadaşı şaşırmış “Anladım demiş Allah mutluluklarını daim etsin peki oğlandan ne haber…?”
Adamın yüzünü bir hüzündür kaplamış;
“Ah birader hiç sorma ”demiş… 
“Bir cadaloz geline çattık ki… 
Kız hiç bir iş yapmıyor evde. 
Bir çöpü bile düştüğü yerden kaldırmıyor. 
Hemen hizmetçi isterim diye tutturmuş. 
Yemek yapmayı da bilmiyor, yaptıkları zaten yenmiyor, Birde oğlum yorgun argın gelince ara telefonla hazır ısmarla beğenmiyorsan dermiş utanmadan. 
Oğlumun bütün kazancını alışverişte tüketiyor. 
Sabah kocasını uğurlamak için bile uyanmıyor. 
Kahvaltı hazırlamıyor. 
Ah sorma oğlumun durumu içler acısı yani. 
Allah yardım etsin ne yapacağız bilmiyorum.”
Biz ne isek, ne istiyorsak, neden haz neden elem duyuyorsak başkaları da aynısıdır.
Unutmayalım ki bazen bir kelebeğin ömrü kadardır hayat. 
Ne kırmaya gelir. 
Ne de kırılmaya…
Bilmem anlatabildim mi…?

Yazarın Diğer Yazıları