20. yüzyılın sonlarına doğru, uluslararası ticarette tek bir para biriminin kullanımının yaygınlaşmasının da etkisiyle, tek bir küresel dünya ekonomisi oluşmaya başladı. Dünyamız artık çok küçük. Bilgiye erişmek, iletişim artık çok kolay. Hep denir ya; “dünyamız küresel bir köy” işte aynen o durumdayız.
Endonezya’da yaşayan 9 yaşındaki bir erkek çocuk ile Fransa’da yaşayan 48 yaşındaki bir kadını ele alalım. Bu iki kişi; farklı coğrafya, farklı kültür ve farklı yaşam biçimine sahip olmasına rağmen akşam yemeğinde pizza yiyebiliyorlar. Üstelik bu pizzayı aynı markanın, kendi şehirlerinde yer alan pizza restoranında aynı dekorasyon ve atmosferde aynı tarif ile yiyebiliyor. Aynı yemek, aynı marka, farklı hiç bir şey yok. Yan ürünler, soslar, baharatlar, içecekler hepsi aynı. Bu saydıklarım küreselleşmenin ne boyuta geldiğini göstermekle beraber ülkelerin kendilerine has kültür ve değerlerinin azaldığını gösterir mi? Bunun cevabını vermek zor. Ama insanların tek tipleştiği ne yazık ki çok açık. Bu tek tipleşme durumu, küresel rekabette dev şirketlerin iştahını kabartıyor. Çünkü bu tek tipleşme sayesinde belki de daha az ar-ge çalışması yaparak aynı tip üründen birçok ülkeye satış yapacaklar, tek tipleşme küresel sermaye için iyi olsa da bizim için yani kişiliğimiz için tehlikeli bir durum. İnsanın karakterini, gelişimin son derece olumsuz etkileyen “Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır” atasözünü boşa çıkarmayı ısrarla deneyecek bir durum. Tek tipleşmede herkesin elinde akıllı telefon, üzerinde hemen hemen aynı kot pantolon var. Yine bu insanlar aynı filmleri izliyor, aynı müzikleri dinliyorlar. Çoğu zaman aynı şeyleri hayal ediyorlar. (Umarım hayal kısmında yanılıyorumdur.) Şirketler haliyle aynı tip insana daha kolay koltuk, kıyafet, araba vb. ürünleri üretebiliyor.
Z kuşağı ile birlikte tek tipleşmenin en önemli sembolünün akıllı telefonlar olduğunu düşünüyorum. Akıllı telefonlardaki kullanılan uygulamalar da oyunlar da çoğunlukla aynı.
Akıllı telefonların büyük yükselişi ülke olarak bizim işimize gelebilir. Netice olarak katma değeri yüksek bir ürün. Bizler de akıllı telefon üretiminde pastadan payımızı daha fazla almalıyız. Bu tek tipleşmeye karşı gelerek yani farklı tipte ürünler tasarlayarak rakiplerimize göre artı kazanabilir ve rekabet avantajı elde edebiliriz.
Mevcut konjektürde akıllı telefonlarda dünya lideri herkesin bildiği meşhur ABD’li şirket. Hemen sonrasında G.Kore’li firma ve peşinde Çin’li firmalar. Ülkece henüz istediğimiz noktada değiliz. Burada dikkatimi çeken bir hususa değinmek istiyorum. Ülkemizdeki yerli akıllı telefon üreticilerden birinin “sizin GALAXY ‘niz var ise benimde VENÜS’üm var” diyerek ciddi bir duruş gösterdiğini düşünüyorum. Belki de bu bir meydan okuma, kim bilir? Bu takdir edilecek bir adım ama bu adım tek başına yetmez, bu yol meşakkatli bir yol.
Akıllı telefonlara değinmişken geride bıraktığımız yılın son çeyreğine ait satış adetlerini paylaşmak istiyorum.
1- Tahmin edebileceğiniz ABD’li şirket 90,1 Milyon adet
2- Tahmin edebileceğiniz G.Kore’li şirket 73,9 Milyon adet
3- Son yıllarda çıkış yapan küçük ev aletleri ile de dikkat çeken Çin’li firma 43,3 Milyon adet
4- Son yıllarda çıkış yapan diğer Çin’li firma 33,8 Milyon adet
5- Bir süredir çıkışta olan ABD ile gerilim yaşayan bir başka Çin’li firma 32,3 Milyon adet
6- Diğerleri 112,4 Milyon adet
Akıllı telefonlarda, henüz istediğimiz noktaya gelemedik, bu konuda kendimizi geliştirmemiz gerek. Ortada büyüyen bir pasta var, bu pastadan çok daha fazla pay almamız gerek. Üretmek tek başına yetmiyor, markalaşmak gerek. Bunu akıllı telefon pazarında dünya lideri olan ABD’li şirket çok iyi yaptı.
Ülkemizin dünya ekonomisindeki payını daha çok üreterek arttırmamız çok önemli. Fason üretimden söz etmiyorum, elbette fason üretimde olabilir en nihayetinde şirketlerimizin de ayakta kalmaları gerekmekte ancak mutlaka kendi markaları olmalı. Konumuza devam edecek olursak, üretmek tek başına ne yazık ki yeterli değil. Ürün ne kadar kaliteli olursa olsun bu ürünün bilinirliğinin de olması gerekmektedir. Üretme ilkesinden sonra, en önemli sürecin markalaşma olduğunu düşünüyorum. Evet, önemli adımlar atılıyor ama henüz yeterli değil. Bir markayı sıfırdan kurmak, değer katmak gerçekten büyük çaba, zaman, sabır, iyi ekip ve para istiyor.
Markalarımızın arkasında yalnızca kendi yönetimleri değil, devletimiz ve toplum olarak bizler de olmalıyız. “Yabancı markaları sahiplenme” hastalığımızdan da kurtulmamız şart! Devletimiz yerli malı teşvikini artırabilmek için yasal düzenlemeler yapmalı. Bundan da önemlisi eğitimde gerekli hamleler yapılmalı, çünkü bu olay tamamıyla bir zihniyet meselesi. Bunun dışında devletimizin, markalarımıza vermiş olduğu Turquality desteği çok başarılı bir adım, umarım daha da fazlası gelir. Kendi ülkesinin markalarını sahiplenme konusunda G.Kore toplum olarak çok hassas, umarım biz de bu yolda ilerleriz.
Markalaşma safhasını hızlandırmak için farklı yöntemleri de denemek gerek. Bunu örneklerle izah etmek gerekirse; dünyanın en önemli ve en sağlam araba üreticilerinden İsveçli firma birkaç yıl önce Çin’li bir şirkete satılmıştı. Yine dünyanın en prestijli araba üreticilerinden İngiliz bir firma Hindistan’lı bir firmaya satıldı. Dünyada bu saydığım örneklere benzer birçok örnek var. Yakın zamanda, geride bıraktığımız yılın son çeyreğinde G.Kore’li araba firması dans eden robotlara sahip ABD’li robot şirketini satın aldı.
Yukarıda saydığım satın alma örneklerinden en azından birinde yerli bir şirketimiz olsaydı hiçte fena olmazdı İleride umarım bu fırsatları kaçırmayız ve var olan iyi bir markayı ülkemize kazandırmış oluruz. Tabi çok kötümser olmamak gerek. Ülkemizin en büyük markalarından biri, dünyanın en büyük çikolata markasını ve en önemli bisküvi markasını ülkemize kazandırdı. Bu markalardan biri dünyada 2021 yılında kendi alanında ilk üçte yer almaktadır.
Markalarınız ne kadar güçlü ise siz de o kadar güçlüsünüz. Bugün Amerika’nın en önemli güçlerinden biri hiç şüphesiz ki markaları.
Mevcutta çok değerli markalarımız var fakat bu markalarımızın sayısı ve dünyadaki ağırlığının artması şart. Bir markayı, sıfırdan üretmek ve büyütmek gerçekten zor bir süreç, bunun yerine nispeten bu zor sürece göre daha kolayını denemekten zarar gelmez. Belli büyüklüğü yakalamış holdinglerimiz, yurt dışında büyük markaları satın alarak bu tip fırsatları yakalayabilirler. Öncü bazı işler yaparak ülkemizin adını duyurmalı ve ülkemizin de marka değerini arttırmalıyız. Böylece dünyada en iyi markalara sahip olan ve marka değeri yüksek olduğu için 1 birime 6-7 birim fayda sağlayan İtalya kadar olmasa da en azından ihracatımızda ülke olarak bizde 1 birime 3 ya da 4 birim kazanıp cari açığımızı biraz da olsa kapatamaz mıyız? Cari açığımızı kapatıp ülkece refah seviyemizi artırabilmemiz için ya bunu yapacağız ya da büyük enerji keşifleri.
Biraz da milletlerin kendini tanıtmasının olumlu etkilerine değinmek gerekiyor. Türk dizilerimiz Asya, Kafkasya, Balkanlar derken artık Güney Amerika’ya da ihraç edildiğini öğrendim. Bu gerçekten çok önemli, dizi yani kültür ihraç etmeye başladık. Her ne kadar birçok dizimiz bizim kültürümüzü yansıtmasa da (!) sadece C.Ronaldo’nun bile marka değerinin bizim birçok şirketimizden fazla olduğunu hatırlarsak Türk dizilerinin ihracatını küçümsemek gibi bir lüksümüzün olmayacağını hatırlatmak isterim. Artık çevrimiçi dizi-film izleme platformlarının neredeyse her ülkede olması ile bu platformlarda yer alan dizilerimiz ile dünyada sınır da tanımıyoruz. Dizi ya da filmlerimiz dünya çapında bu platformlar öncesi de internetten bir şekilde izleniyordu ama telif haklarından kaynaklı problemler oluyordu. Bu platformlar ve yapım şirketlerimizin yaptığı ihracatlar hem kültürel hem de ekonomik olarak çok değerli.
Evet, dünya tek tipleşiyor ama tüm ülkelerin kendine has yorumlanması, buna göre stratejik bölge yöneticilerinin olması unutulmaması gerek. Yoksa hiç hesapta yokken en önemli pazarınız elinizden uçup gidebilir. Bir bakmışsınız pazarın hâkimi başka bir firma oluvermiş. İhracat pazarlamasında elbette markamız önemli. Ama siyasi, kültürel, sosyo-ekonomik faktörleri bilmeden ihracat yaptığımız bölgeyi tanımadan iş yapmak artık mümkün değil. Ülkenin kendine has tüm özellikleri dikkate alınmalı ve buna göre ilerlenmeli. Kısacası “Küresel düşün yerel hareket et “ ilkesi her zaman işlemeli.
Eğer yukarıda anlatmaya çalıştıklarımı özel sektör, devlet, toplum olarak yapabilirsek yani markalarımızın değerini artırırsak otomatik olarak uluslararası ticaretteki payımız artacaktır. İhracatımızın yükselişi markalarımızın değerini de yükseltir, cari açığımızı azaltır ve ekonomimizi büyütür. Ama bunlar için kuşkusuz çok çalışmamız ve işi ehline teslim etmemiz gerek. Tüm bunlar olursa ülkemizin ekonomisinin büyümesi ve refahın artması uzak değil.
Yazımda pandemi ve etkilerine değinmedim. Umarım bu salgını sağ salim atlatırız. Ayrıca, Marka isimlerini özellikle kullanmamaya çalıştım.