Aşk Yazarı Mustafa ÇİFCİ

PARA VE AŞK

Aşk Yazarı Mustafa ÇİFCİ

  • 358

Kim olursa olsun, hangi makam ve mevkii de bulunursa bulunsun eş- iş seçimi hayatın en temelini oluşturur.

İş ve eş seçimi, mutluluğun temelidir.

Huzurun, sağlığın ve başarının ilk adımı yatak odasından geçer. Yatak odası hoş ve huzurlu olmalı.

Bunlardan birisi eksik olduğundan kanadı kırık bir kuş gibi olur insan. Uçamaz. Uçup gökyüzünün maviliğini göremez.

Para huzur getirmez derler.

Yalandır.

O parayı huzuru kaçıracak şekilde elde edilmişse,

Birilerinin hakkı alınmışsa,

İşin içine kurnazlık girmişse,

Elbette o para huzur getirmez.

Alın teriyle kazanılan para,

Huzur da, mutlulukta getirir.

Diğer yandan parasızlıkta huzur vermez.

Bunlar bir bütündür.

Ve bütün olan bir şey,

Hiçbir zaman tek parça ile değerlendirilmemeli çünkü hatalı sonuçlara neden olur.


Hiçbir kimseye muhtaç olmadan yetecek kadar insanın parası olması,

Parasıyla birlikte bir aşkı bulunması,

Mutluluğa giden en görkemli yoldur...

Aşk, insanın iç dünyasını doldurur, ruhunu doyurur.

Hayata karşı daha çok sevecen yapar.

Para ise fiziksel ihtiyaçları karşılar.

Araç ne kadar pahalı olursa olsun,

Benzinsiz çalışmayacağı gibi, benzin bütünün parçasını oluşturur.

*

Ve türkülerimizin, şarkılarımızın, şiirlerimizin çoğunluğu aşktan söz eder.

Daha doğrusu aşka olan özlemlerden,

Ayrılıklardan söz eder…

İnsanın iç dünyası demek hayata bakışı anlamına gelir.

Yoksulluk demek zaten bir ayağı siyasete bağlı ülkenin yönetimiyle ilgili bir durumdur.

*

İş, eş seçimini düşünürken yıllar önce yazdığım “Ne yağmurlar Biter, Ne de Ayrılıklar” kitabımdan aşağıdaki kısmı hatırladım. Sevgisizliğin insanın hayatını nasıl karanlık yaptığını tanıştığım bir arkadaşın öyküsünden yola çıkarak (2006) yazmıştım.

*

(85. bölümden)

“Ya kocan”, dedim. “Onunla boşandıktan sonra görüşüyor musun?”

Hızlı sesinle, “Yok”, dedin. “Beni senelerce döven, ne yapsam anlamayan, beni hiç sevmeyen, kadın ruhundan hiç anlamayan, kadın vücudunu tanımayan, bir gün elimden tutup gezdirmeyen, kucaklayıp öpmeyen, o kaba, o cahil, o kötü adamın adını duymak ve anmak istemiyorum.

Onunla ne zaman yatağa girsem, bedenim buz gibi olurdu. Yatakta bilinçsizce hareket eder, canımı acıtırdı. Hiç bir zaman nazik olamazdı. Oysa ben,  yavaş yavaş bedenimi ısıtmasını, kucaklamasını, öpmesini, ne bileyim işte bir şeyler yapmasını isterdim ama o neyi yapardı biliyor musun her seferinde; hemen üstüme çıkar, işini bitirdiğinde ise sırtını döner uyurdu. Ben ona cilveler yaptığımda ise, aşağılayıcı sözleriyle beni alaya alır, kalbimi kırar, doyumsuz olmakla suçlardı. O kötü birisiydi. Acımasız ve aynı zamanda hep bencilin biriydi. O uyanmadan banyoyu yakar, suyu sıcak tutardım. Hep yalnız yıkanırdı. Bense banyo da onu yıkamak ister,  onunda benim çıplak bedenimi köpeklemesini isterdim.  Ne güzel olurdu, sıcak suyun nemini paylaşmak. Beyaz köpüğün kabarcıklarını ellerimle silmek... Arzularımı, isteklerimi yaşayamaz, hep içime atardım. Uzak yerlere yol alırken düşlerim yüreğimdeki hüzün yüzüme yansıdığında ise,  suskun ve dargınmış gibi durduğum için azar işitir, bazen de dayak yerdim. Bazen de iyiliği tutar, beni sevindirmek, gönlümü almak istercesine, “ne alayım?” diye sorardı. Sanki bir şey istesem alacak parası varmış gibi. Karşımda durur, beni izler, sırıtır, bazen de başka kızların daha güzel olduğunu söylerdi. İçi dışı sahte sevgilerle doluydu. Ve ben, artık buna dayanamıyordum. Artık onun her sözü bana dokunuyordu. Beni bakışları bile rahatsız ediyordu. Sesinden bile nefret ediyordum. Yaptığı her hareket ve sözü beni yaralıyordu. Benim isteklerimin hiç bir zaman karşılanmaması irademi felce uğratıyordu. Beni hiç tanımıyor ve buna çaba da göstermiyor, hep kendi bildiğini okuyordu. O, yalnızca bedenimi teslim alan birisi olmuştu. Ne zaman sevişmek istese, ben hiç bir şey hissetmez ruhsuz bedenimi onun arzularına çaresiz sunardım. Sevgi bağlılığı yoktu aramızda. Zaten görücü usulü ile evlenmiştik. Sevgi olmayınca da hiç bir şeyin anlamı olmuyordu. Her şey boş ve anlamsızdı. Her şey boştu. Sanki yaşam yalandı.”

88.

Korkularımız hep bizimleydi. Bir türlü içimizden kesip atamadığımız öykülerimiz vardı. Kimi zaman hüzünler dağ gibi yükseliyor bizi hasta ediyordu. Bazen de bas bas bağırasın geliyordu doğan güneşe karşı durup hayatın çok güzel olduğunu, bunu kirleten sadece insanların olduğunu. Çünkü her şeyi yapanda yıkanda insandan başkası değildi doğal afetleri saymazsak. Birçok şey kirliydi. Bir çok şey anlamsız ve boştu. Birçok şey sahteydi. Toplu olarak hızla çürümeye doğru koşuyorduk ama bu sadece bizimle ilgili bir şey değildi. Bunun izleri derin ve geçmişe bağlıydı. Bütün kirli ne varsa insanlık olarak bizim yüz karamızdı. Hepimiz birbirimizden kurnazdık. Hepimiz birbirimizden daha çok akıllıydık ya da biz kendimizi öyle sanıyorduk. Belki de bu yüzden adam gibi bir yaşantımız yoktu ve yaşamlarımız hep kısır bir döngünün içindeydi.

Yazarın Diğer Yazıları