Pınar FİLİZ

AHDE VEFA

Pınar FİLİZ

  • 786

Ahde vefa, borca bağlılıktır. Ben borcumu unutmadım. Hatta bu borcun altında ezildiğimi hissettim zaman zaman.

“Vefa nedir bilir misin?

Vefa, arkanda bıraktığını, giderken yaktığını yabana atmamandır…” (Mevlana)

Vefanın ne demek olduğunu geç öğrendim. Bu yüzden teşekkür edemeden kaybettim çoğu öğretmenimin izini. “Posta Kutusundaki Mızıka, unutulan bir mektubun kefaretidir.” diyor Ali Ural kitabı için. Bu satırlar da benim borcumun kefareti olsun öyleyse…

Okul, bir insanın büyümeye başladığı yerdir. Bir çocuk iyi öğretmenlerle karşılaşmışsa kendini hep şanslı hisseder. Kendimi hep şanslı hissettim. Her başarımda, çözümleyebildiğim her sorunda öğretmenlerim geçti gözümün önünden. Bana ‘kendim’ olmayı öğrettikleri için her birine birer gülücük gönderdim haberleri olmadan; “Teşekkür ederim.”

Her öğretmenimden bir iz taşıyorum ruhumda, aklımda… ‘Hamurunu yoğurmak’ bu sanırım, her gelen bir şey katmış. Ama birisi var ki sanki en büyük izi o bırakmış…

İşte o birisi; benim başöğretmenim. Ne kadar teşekkür edersem edeyim yeterli gelmedi, onun için daha fazlasını yapmak istedim hep; daha çoğu olmak… Benimle gurur duysun, benim kadar o da şanslı hissetsin kendini. Bilmiyorum başarılı olabildim mi? O, on bir yıldır öğretmenlik yaparken bana, ben onun öğrencisi olmayı başarabildim mi? Bilmiyorum… Ama uğraşıyorum. Karşılaştığımızda bana gülen gözlerle bakmasını sağlamak için çabalıyorum.

Bir sınıftaki öğrencilere göz gezdirdiğinizde, kendi köşesine çekilmiş, yalnız bir çocuğa rastlarsınız çoğu zaman. Ben yalnız bir çocuktum, yani okumaya başladıktan sonra yalnızlığı seçtim. Çocuktum ama düşüncelerim büyüktü; arkadaşlarımsa beni anlamak için fazla küçük…

Sorularımın ciddiyet kazanmaya, bazı şeyleri derinlemesine sorgulamaya başladığı zamana kadar normaldi her şey. Muhabbet etmenin ne demek olduğunu bilemeyecek zamanlardaydık, arkadaşlarım teneffüste oynayacakları oyunları tartışırken ben son okuduğum kitabı anlatmak istiyordum birilerine… Öğretmenlerimle arkadaş olmaya çalıştım bu yüzden. Neredeyse her yıl öğretmen değiştiren bir çocuk için büyükçe bir hayaldi…

Bu yüzdendi ona sımsıkı sarılışım, gitmesinden korkarcasına… İlk sorularım, ilk cevaplarım çünkü o benim. Kaç yıl geçse de unutamayacağım ilk arkadaşım...

Onunla tanıştığımız zamanlar, herkesin içinde kötülüğün de barındığını anladığımız zamanlardı. İnsanlar konuşuyorlardı; bilmeden, görmeden, tanımadan… Çünkü onlara göre siyasi düşüncelerine bakarak sınıflandırmalıydık insanları; iyi veya kötü…

Okulun ilk günü… Öyle doldurmuşlar ki çocuk aklımızı, öyle korkutmuşlar ki bizi; kapıyı açıp bize ‘günaydın’ diyecek olan öğretmenimizden korkuyoruz. Efsaneler dolaşıyor dillerde “ Kadın o kadar sinirliymiş ki…” ile başlayan. Konuşmalara dâhil olmuyorum, her zamanki gibi… Duvar kenarında bir sıra bulmuşum kendime ve çiçek böcek karalıyorum yeni aldığım defterimin en ortadaki sayfasına.

Dalıp gidiyorum. O kadar soyutlanmışım ki sonradan farkına varıyorum sessizliğin. Bir neden ararcasına sağıma soluma bakıyorum, herkesin ayakta olduğunu görünce ayağa kalkıyorum aniden.

Göz göze geliyoruz, bakışları sert ama dudağının kenarında hafif bir tebessüm var. O kadar hafif bir tebessüm ki inanamayıp bir daha bakıyorum, çünkü arkadaşlarımın anlattığı kadınla özdeşleştiremiyorum.

Kimsenin bahsetmediği, hiç görmediğim bir şey görüyorum ayakları yere sapasağlam basan bu kadında; ‘özgüven’…

Öyle bir özgüven ki; “Bir insanın yapabileceği ne varsa bu kadın hakkıyla yapar, her şeyin üstesinden gelir.” diyorsunuz. Onun gibi sapasağlam adımlarım olsun istiyorum, bana bütün bildiklerini öğretsin, onun gibi olayım… Sonra bir yenisini eklediğimi fark ediyorum bu listeye; “Beni sevsin!”…

Ve oldu… Beni sevdi, bizi sevdi. Hem de öyle güzel, öyle asil, öyle zarif sevdi ki… Bir bakışıyla herkesi dize getirirdi.

Öyle ki… “İşe yaramaz, adam olmaz…” damgası yemiş arkadaşlarım vardı benim. Onlar işe yaradılar ve çok güzel adamlar oldular. Dersleri mükemmel değildi,aileleri de mükemmel değildi belki; mükemmele en yakın olan öğretmenleriydi. Ona göre herkesin toplumun öngördüğü muhteşem mesleklere sahip olma zorunluluğu yoktu, şartlar neyi gerektirirse gerektirsin insanlığından ödün vermeyen bir şekilde yolunu bulurdu. Ne duyarsa duysun, kimseden ümidini kesmedi. O arkadaşlarım da onu gördüğünde asla yolunu değiştirmedi.

Evet, sinirliydi. Sinirlenince gözü görmezdi bir şeyi; ama asla bize hakaret etmedi, unutamayacağımız yaralar açmadı. Nadir de olsa bir hata yapmışsa bizi bir yetişkin gibi karşısına alıp özür dilemekten gocunmadı.

Bizim de kızdığımız zamanlar oldu. Mesela beden eğitimi derslerinde matematik işlemesinden nefret ederdik. Bunların bizim için olduğunu zamanı gelinceye kadar fark edemedik. Sonra onunla geçirdiğimiz zamanların sonuna geldik. Onu daha sonra görebileceğimizi biliyorduk ama veda vakti geldiğinde hüzün geldi, oturdu yüreklerimize…

Çok duygusal bir çocuktum, ağlamamdan daha normal bir şey yoktu. Ama aynı hüznü onun gözlerinde görmeyi beklemezdim. Ağlayarak yanına gittim, kafamı omzuna koyup sarıldım, hıçkırıklarımın arasından belli belirsiz sesini duydum; “Başarılı olacağını biliyorum.”

Sonradan anladım ki o an ‘o an’ mış. Dönüm noktam dedikleri… Beni ‘ben’ yapan ne varsa hepsi o cümleyle birlikte doluşmuş içime. Daha iyisini yapabileceğime o gün inanmışım. O günden üç yıl sonra bilmediğim şehirde tek başıma kaldığımda o cümleye dayanıp ayakta kalmışım. Ne zaman umutsuzluğa düşsem yine ona tutunup ayağa kalkmışım…

Bir cümle söylemiş ve fark etmeden beni her şeye hazırlamış, yolumdaki bütün fenerleri yakmış.

En başta dediğim gibi, kendimi hep şanslı hissettim. Çünkü benim öğretmenlerim bana ‘kendim’ olma fırsatını sundular. Benim fikirlerime önem verdiler; onlara göre yanlış da olsa, kendi düşünceme sahip olduğum için beni güler yüzle dinlediler.

Büyüdükçe anlıyorum ki sadece öğrenci yetiştirmek değil mesele. Her öğretmen anne, baba yetiştirir aynı zamanda. Sağlam düşüncelere sahip; özgün anneler, babalar…

Ben duvar kenarındaki sıralara sığınıp susmuyorum artık. Herkesle aynı olmak zorunda olmadığımı biliyorum. Ne olursa olsun korkmuyorum düşündüklerimi söylemekten. Güçlüyüm… Zamanı geldiğinde güçlü bir iş kadını, güçlü bir anne olacağımı biliyorum.

Çünkü “Başarabileceğime inanıyorum!”


Pınar FİLİZ

Yazarın Diğer Yazıları