Selahattin DEMİREL

Banka Reklamında Bir Şerife Bacı

Selahattin DEMİREL

  • 954

Cumhuriyetimiz 95 yaşında. Okuduklarımızdan ve dönemi yaşayanların anlattıklarından öğrendiğimiz o ki türlü yokluklar ve bin bir zorluklarla kuruldu bu cumhuriyet.

Daha yaşanılası bir cumhuriyete ve dürüst yurttaşlara diyelim.

***

O banka reklamını izlemişsinizdir belki. Hani şu, İstiklâl Savaşı yıllarını vurgulayarak kağnı arabasıyla cephane taşıyan Şerife Bacı’nın temsil edildiği ve cumhuriyetimizin bu gibi zor mücadeleler sonunda kurulduğunu anlatmak isteyen reklam.

Reklam, İnebolu’dan başlayan İstiklâl Yolu’nu ve Şerife Bacı’yı tema olarak alıp sonunda da “eşit bir dünya için” diyerek belki de kapitalist sisteme göre bir “özgür kadın” portresi çiziyordu. Reklam filminin seslendirmesini Mehmet Aslantuğ’un yapmasıysa tesadüf değildi elbette.

Aceleye getirilerek çekilen bu reklam filmindeki gibi o yolda tek başına değildi Şerife Bacı.

O da kafiledeki kadınlardan biriydi ama ne olduysa, belki de şiddetli kışın etkisiyle, Kastamonu’ya yaklaşırken kafilenin sonunda kalmış ve gözden yiten kafile ekibince de aranmamıştı.

Bulunduğunda, evladının üstüne abanmış hâlde ve donmuştu. Ruhu şad olsun! Çok dramatik bir hikâyedir Şerife Bacı’nın sonu. Ama gerçektir!

Şerife Bacı’nın mezar yerini sorduğum yazılar yazdım ve konuyla ilgili girişimde bulunanların bile olumsuz cevaplarla karşılaştığından bahsettim daha önce. Bu da bizim utancımız!

Peki, Şerife Bacı bu reklamdaki Hollanda merkezli çok uluslu banka şirketi Türkiye’de kredi versin, mevduat alsın diye mi şehit olmuştu?

Şerife Bacı nasıl şehit olmuştu, kafile başının sorumsuzluğu var mıydı? O gün belki bunları kimse sormadı.

Mezar yerini bile bilmediğimiz, Seydilerlilerin bile isminden ve şehadetinden başka bir malumatının olmadığını gördüğüm Şerife Bacı elbette ki o banka için mücadele etmedi!

Kafiledekilerle beraber Şerife Bacı da Tekâlif-i Milliye Kanunu’yla yollara düşmüştü. Kanunun 5. Maddesi şöyleydi:

“Ordu içinde alınan taşıt araçlarının dışında halkın elinde kalan her türlü taşıt aracıyla (at arabası, yaylı, öküz arabası, kağnı, at, eşek, katır, deve, kamyon, kamyonet, motorlu tekne, taka) halk ayda bir kez olmak ve yüz kilometreyi aşmamak şartıyla orduya ait malları istenen yere kadar taşıyacaktır. Taşıma hizmetleri parasız yürütülecek, kimseye ücret ödenmeyecektir.”

Mustafa Kemal Paşa 1 Aralık 1921’de meclis kürsüsünden şunları söylememiş miydi?

“Efendiler, biz bu hakkımızı saklı tutmak, bağımsızlığımızı güvence altında bulundurabilmek için toplumumuzca, milli heyetimizce, bizi yok etmek isteyen emperyalizme karşı, bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı, milletçe milli mücadele başlatmayı öngören, o yolu izleyen insanlarız.” (Yalçın Toker, Atatürk’ün Açık ve Gizli Celse Meclis Konuşmaları, 3.Cilt, Syf.174)

Cumhuriyet Türkiye’sinde ise yerli kapitalistlerin sayıları artırılmaya çalışılacaktı. (Konuyu buraya ben getirmedim, reklam filminden geldik.)

Yerli zenginler için pek çok işçi ve köylü, ucuz iş gücü olarak kıymet görecekti yalnızca.

Bugün geldiğimiz noktadaysa; bu yerli zenginler, küresel sermayeyle ortaklık edip ülkelerini pazarlamaya kadar vardırdılar işi. Hey gidi Kemal Paşa! Göreydin bugünleri neylerdin acaba?

Örneğin; denetim şirketi PwC’nin raporunda 2017 itibariyle ülkemizdeki milyarderlerin sayısı önceki yıla göre 7 kişi daha artarak 36’ya yükselmiş. Ve bu servetleri helal mi, haram mı, hiç bilmediğimiz 36 milyarderin toplam zenginliği: 64.7 milyar dolarcıkmış!

Cumhuriyet Türkiye’sinde Bunlar mı Olmalıydı?

— Hollanda merkezli ve çok uluslu sermaye yapısı olan banka Şerife Bacı’yı reklamında kullanırken Tunceli Nazımiye’de 2 askerimiz donarak şehit olmuştu.

Tunceli’de donarak şehit olan bu 2 askerimiz hakkında soru sormak ayıp sayılıyor şimdi. (Muhalefetin, olay hakkında verdiği araştırma önergesi iktidar partisince reddedildi.)

— 29 Ekim’de 3. Havalimanı’nın açılışı da yapıldı. Bu yapıyı meydana getiren işçilerin çok zor şartlar altında çalıştırıldığını ve pek çok iş cinayetinin işlendiğini biliyoruz. Sağlıklı olmayan verilere göre 38 işçimiz burada hayatını kaybetti. Fakat sayının bundan daha fazla olduğu iddia ediliyor.

Dün Kastamonu Kuzeykent’te de Metin Kurt isimli 49 yaşındaki bir işçimiz, yeni yapılan binanın mantolamasında çalışırken vinçten düşerek hayatını kaybetti. Haber bu şekilde ama içerikte ne inşaat şirketinden ne de olayın ayrıntılarından bahsediliyor! Bunun adı gazetecilik oluyor mu? İşçimize Allah’tan rahmet, yakınlarına büyük sabır dilerim.

Ev alacak kadar imkânı olan yurttaşların da o binaları, para manyağı olmuş müteahhitlerin değil işçilerin yaptığını bilmelerini isterim. Büyük borçlarla aldığınız o evlerin inşasında “ölen-yaralanan işçiler oldu mu?” diye araştırmak kimin aklına geliyor?

3. Havalimanı açılışında işçilerden bahseden oldu mu? Nedense aklıma Tolstoy’un sözü geldi: “Firavunlar piramitleriyle gururlanırlardı, fakat o piramitleri yaparken milyonlarca kölenin öldüğünü biliyoruz.” Haksız mıydı üstat?

— 95 yaşındaki cumhuriyette köylerimiz, tarımın kolay kolay para kazandırmamasıyla gittikçe ıssızlaşıyor, şehirlere yapılan göçlerle asgari ücretli hayatlar kuruluyor. Hani, köylü milletin efendisiydi?

Cumhuriyet Türkiye’sinde bunlar olmalı mıydı? 16 senelik iktidarın kötü politikalarının bu tabloda büyük payı vardır.

“Benim Şehrim” Kastamonu bu mu?

NTV’de “Benim Şehrim” programında Kastamonu gezilip anlatıldı. Güzel bir çalışma olmuş ama Vali’sinden Belediye Başkanı’na, gazetecisinden sosyal medya fenomenine kadar kim konuştuysa sanki bir turizm otelcilik hizmeti verir gibiydi.

(Eskiden TRT’de “Gezelim Görelim” programı vardı. TRT1’de cumartesileri olurdu. Sonra TRT Avaz’a aldılar, şu an program devam ediyor mu bilen beri gelsin!)

Kastamonu Belediyesi Başkan Yardımcısı’nın Kastamonu’yu anlatırken “Devletine hiçbir zaman başkaldırmamış, isyan etmemiş…” sözüne ne demeli?

Sayın idareci! Siz, Sepetçioğlu Osman Efe’nin hikâyesini bilmez misiniz? Ülkenin idaresi, düşmanla işbirliği yaparken İstiklâl Savaşı’nda Mustafa Kemal Paşa önderliğinde buna en büyük başkaldırı da yine bu şehirden olmuştur. Tarihi bilmemek ayrı, okumamaksa apayrı bir talihsizliktir!

Vali Bey, programda “Göç durdu.” diye bir söz ediyor mesela. Sizce bu ne kadar gerçeği yansıtıyor?

Şehirden İstanbul’a iş bulmaya giden gençleri de mi görmüyorsunuz? Yoksa onların ikametlerinin Kastamonu’da olması mı size “Göç durdu!” dedirtiyor Sayın Vali?

Ve ne yazık ki organize sanayiden, madencilikten, mermer ocaklarından bahsederek “istihdam” diyen Vali Bey, tarım ve hayvancılıktan bahsetmedi! Sadece o mu? Programda siz hiç tarım-hayvancılık sözü bulabildiniz mi? Köyde yaşayan insanlarla dalga geçenler arasına onlar da katılmak istemedi galiba!

Rıfat Ilgaz’dan da “Hababam Sınıfı, film, senaryo” kelimeleri içinde bahsedildi programda. Ne güzel! Yalnız, Hababam Sınıfı bir “senaryo” değil, romandır ve “senaryo” denmesine neden olan o filmde Ertem Eğilmez, Rıfat Ilgaz’ın ismini anmamıştır ki büyük ayıptır üstada! Okuyun gençler, okuyun!

— Kastamonu’daki Karadağ ailesinin evlatları Kaan Çınar’la birlikte nice SMA hastasının ilaç sorunu yaşamalarını,

— Tosya’daki Özboyu Köyü’nde evleri yanan köylülerin bu kışı evsiz-barksız geçirmelerini,

— Kastamonu Şeker Fabrikası’nı satmaya çalışanları ve yine yüzsüzce halktan oy isteyenleri,

— Eylül ayında Toplum Yararına Çalışma Programı kapsamında okullarda görevlendirilecek bakım-onarım ve temizlik işçileri için 242 kişilik kadroya 700 küsur başvuruyu,

— İş bekleyenlerden birinin “Vallahi işsizlikten kafayı yiyeceğim. Olan ve olmayan her şeye gülüyorum. İşsizlikten gülüyorum yani boş boş kaldım. Hastayım zaten haplarla geziyorum." sözünü de Kastamonu, Cumhuriyet Bayramı, Şerife Bacı ve gezi programı derken hatırlamamak olmaz!

“Hiç mi iyi şey yok gündem azığında?” derseniz, var efendim, o da fidanlar…

“Orman Genel Müdürlüğü tarafından tüm Türkiye’de olduğu gibi Kastamonu’da da, ‘Fidanlar, fidanlarla büyüyor’ etkinliği kapsamında 400 fidan toprakla buluşturuldu.”

Bu vesileyle Kastamonu-Karabük karayolunda Kırışoğlu Köyü Mevkiinde Hatıra Ormanında çeşitli okullardan yaklaşık 300 öğrenci, 400 fidanı toprakla buluşturmuş. Bu da güzel, umut veren bir haber.

Bir yanda “Bunca para harcanarak yapılmasına gerek var mıydı, kâr-zarar oranı nedir?” dedirten köprü ve havalimanı inşaatlarında katledilen doğa, bir yanda dikilen fidanlar…

Bir de kırılan fidanlar var mesela. Gencecikken… Umutları, hayalleri, yaşama sevinçleri, umut katillerince kırılanlar. Onlar olmasaydı şu dikilen fidanlara daha bir umutla bakacaktım…

Nazım Hikmet şiiriyle bağlayalım:

Hava puslu, soğuk
Kırlar koyu, kırmızı
Saman sarısı, ölü yeşil
Kış gelmek üzere oysaki gönül
Kışa girmeye hazır değil

Yazarın Diğer Yazıları