Selahattin DEMİREL

Bayramda Kastamonu'ya O geliyor!

Selahattin DEMİREL

  • 653

Bir şeyin bitimi insan olanı hislendirir, “ne çabuk geçti, hey gidi!” gibi tepkilere neden olur! İşte bir bitimdeyiz şimdi, mübarek Ramazan ayı da gidiyor. Umarım ay içindeki günleriniz güzel geçmiştir ama bu ay içinde birileri bu dünyadan göçtü, birileri en sevdiği yakınlarını kaybetti, kimi ayrılık kimi de aşk acısı yaşadı ve en önemlisi hastalananlar oldu ve hâlâ hastanede şifa bekler hâldeler. Günler herkes için aynı geçmiyor değil mi? Mümkün mü bu?

Ay boyunca şeytanların zincire vurulduğunu bilmemize rağmen kimi şeytanî şeyler devam etti. Öldürmeler, tecavüzler, dolandırmalar, anlayış göstermeyip vefasızlık etmeler… Şeytanlar bağlanırken kaçanlar mı olmuştu? Hayır, ama insan, içindeki şeytanı bağlamaya yanaşmamıştı belki de! Sabahattin Ali’nin İçimizdeki Şeytan romanında da bu konuya değinilir:

"İsteyip istemediğimi doğru dürüst bilmediğim, fakat neticede aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiillerimin daimi bir mesulünü bulmuştum: Buna içimdeki şeytan diyordum, müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum. Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması…"

Üzerindeki yazılı vakitlerle artık bir kıymeti kalmayan imsakiyelerin hüznü var şimdi içimizde. Böylesi bir zamanı yaşamaktayız, bayram, tesellimiz olacak mı dersiniz? Nasıl yaşadığınız ve nereden baktığınız bunun cevabını oluşturacak.

Bayram sabahlarının sıcak kahvaltı sofraları, çocukların “acaba bu sefer iyi harçlık toplayabilecek miyim?” kaygısı, uzaktaki yakınlarından ziyaret bekleyen büyüklerimizin tedirginliği, bayrama tatil olarak bakanların kapitalist sistem içerisindeki sömürüye bir an olsun ara verip kendilerini dinlendirme gayretleri ve yollar, yolculuklar…

Evet, hepsi ayrı ayrı birer cevap olacak ama yine bir hastanın gözü kapıda, üzerinde Yasin-i Şerif yazılı Hz. Kur’an’dan birkaç surenin aktarıldığı yanı başındaki kitabıyla bir bekleyiş hâlinde! Neyi mi bekliyor? En başta Hz. Şafi’den şifa, sonra taburcu olmayı, ardından eski günlerine kavuşabilmeyi, torunlarını kucaklayıp sevebilmeyi ve yaşamayı! Gözyaşı varsa bunun için, “ziyaretin kısa olanı makbul” deyip gidenlerin ardından bakıp “ne zaman?” diyorsa da sırf bu yüzden!

Bayram günlerini ıssız dağ başlarında nöbet beklerken ya da Pençe Harekâtı’nda bulunurken yaşayacak olanlar da var. Mesaisi olup bayram tatlılarından ve nice tatlılıktan uzak yaşayacaklar da olacaktır, ya siz nasıl yaşayacaksınız? Daha doğrusu, arifenin bize verdiği güvenle bayramı görebilecek miyiz?

Huzurevlerinden, geleni gideni olmadan bayramı yaşayan ve şeker markalarına reklam konusu olan büyüklerimizden, mezarlıktaki çeşmeden, “ne iyi ettiniz de geldiniz!” sözünden de bahsedelim ama bunca bayram tatlısına rağmen bir şeylerin tadının çoktan kaçtığını da unutmayalım! Belki de unutalım, ne iyi olurdu değil mi?

Ay hürmetine şeytanlar zincirdeyken hâlâ kötülüklerin olmasına şaşırıyor muyuz? Devam etmişti Sabahattin Ali, İçimizdeki Şeytan’da:

“İçimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu... İçimizdeki şeytan yok... İçimizdeki aciz var... Tembellik var... İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var...”

Haksız da değil hani!

Aynı ayın bir diğer özelliği cennet kapılarının açılıp cehennem kapılarının kapanmasıydı. Ay biterken bu kapılara dikkat edelim, cennetin de cehennemin de giriş kapısının dünyadan geçtiğini de unutmayalım!

Harekât bölgesinden, Iğdır’dan ve Hakkari’den şehit haberleri geldi. Şehitlerin hepsinin de öyküsü saygıdeğerdir fakat sevenlerinden başka dertlerine düşen kimlerdir? Bayram herkes için aynı olmuyor değil mi? Kimine keder kimine sevinç! “Uzatma dünya sürgünümü benim” dediyse şair, bir bildiği var, gittikçe kedere ve gözyaşına boğuluyoruz çünkü. Arife vesilesiyle “mezarlardan yükselen baharı” daha bir umutla görmek istiyorsak, işte bu kederden-gözyaşından, yanı başımızda “hazır ol”da bekleyen hüzündendir!

“bayram kartlarının tutsaklığından aşırıp bayramı, sedef kakmalı bir kutu içinde vermek isterdim çocukların ellerine” demiş ya bir başka şair, ben de soğuk bayram mesajlarının duygusuzluğundan arındırıp bayramı, çocuk-yaşlı demeden ve yüreğimizdeki çocuğu hiç küstürmeden dürüst, dostça, insanca yaşamak isterim. Yüreğinde sevgiyi ve iyiliği barındıranlara da selam eder, iyi bayramlar dilerim ama şiirsiz olmayacağını da özellikle belirtirim:

“Kar çiçeğim solmuş kar yatağında

Can verir ırmağın dar yatağında

Arife gecesi yer yatağında

Üstüme serdiğim bayramlar hani?

 

Bayram demek takvimdeki yazı mı?

Bayram hasret, bayram ağrı, sızı mı?

Açıp yüreğimi, yumup gözümü

Özüne girdiğim bayramlar hani?

 

Bayram af günüdür, barış günüdür

Bayramlar rahmete giriş günüdür

Bayram, Hak menzile varış günüdür

Gönlümü verdiğim bayramlar hani?”

Not: Yazı bitti ama bayramda Kastamonu'ya kim mi geliyor? İllaki birileri geliyor, birileri de gidiyor! Yoksa yazı başlığım "İçimizde bir imsakiye hüznü!" olsaydı ilginizi çekecek miydi? Gelene de gidene de uğurlayana da karşılayana da selam olsun! Yeter ki samimiyetten ve sevgiden uzak olmayalım, hele ki bayramda!

 

Yazarın Diğer Yazıları