Selahattin DEMİREL

Bu Yazıyı Okumayan Kalmasın!

Selahattin DEMİREL

  • 746

TEOG’un yerine ne geleceğinden de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD Başkanı Trump’la olan görüşmesinin nasıl geçtiğinden de yerel ve genel seçimler yaklaşırken etekleri tutuşan millet ve memleket sevgilerinden asla -ama asla- şüphe edemeyeceğimiz siyasilerden de bahsetmeyeceğim merak etmeyin. Bunlardan çok daha değerli gördüğüm 2 konum var paylaşmak istediğim.

Geçende gittiğim Kastamonu Merkez’deki büyük bir süpermarketin önünde bulunan cam havuz dikkatimi çekti. Bu büyük markette yok yoktu, bu balık havuzuna da şaşırmamalıydı. Yalnız, havuzun ön yüzünde ters dönmüş hareket etmeyen bir balık duruyordu. Kimse ona dikkat etmiyor, herkes ihale almış müteahhit gibi bir an evvel alışveriş arabalarını doldurmak için harıl harıl uğraşıyor ve ne çalışanların ne de kendilerinden başka orada bulunan müşterilerin yüzüne bile bakmadan geçip gidiyorlardı.

İşte böyle kimse kimseyle ilgilenecek durumda değilken bir de ne zaman ve nasıl öldüğü bilinmeyen bir balığı mı düşüneceklerdi yani? Market görevlisine durumu anlattığımda ondan, “Abi, havuzu akşam temizliyorlar, o zaman alırlar, merak etme sen!” karşılığını aldım. Ne güzel bir açıklamaydı bu! İçim şimdi rahat mı edecekti sanki?

O görevli de yoğun alışverişlerin adresi olan bu marketin yorucu bir gün geçiren elemanıydı muhtemelen. İş odaklı bir yaşama biçimiyle ülke zenginlerinin “Nasıl yapacağız?” sorusuna “Çalışmak, çalışmak ve de çalışmak!” diye soğuk ve ayrıntısız cevap vermeleri gibi, ölümüne üzüldüğüm o balığın durumunu geçiştirivermişti market görevlisi de.

Marketten çıkıp geriye baktığımda o ölü balık sanki ardımdan gözyaşı döküyordu. Boşuna dememişti Goethe, “Bu dünya hassas kalpler için bir cehennemdir.” diye. Bakalım ne kadar daha yanacağız bu cehennemde?

Diğer konum da dün yolda gördüğüm bir olay. İyi bir kısa filmin kaliteli bir sekansı olabilecek bir görüntü belki de. Yolda yürüyen orta yaşlarında bir kadın ve ardından onunla gelmeye direnen 7-8 yaşlarındaki oğlundan oluşuyor bu görüntü. Annesi oğlunun fazla diretmesine karşılık sen bilirsin dercesine söyledi:

“Oğlum, zaten canım burnumda, senle uğraşamam valla!”

Bu annenin ve ülke annelerinin çoğunun canı hep burnundaydı. Asıl ilgimi çeken bu “burnunda olan can” sözünü büyükşehirdeki kadınların daha sık kullandığını düşünürken küçük yerleşimlerdeki kadınların da bu sözü tercih etmeleriydi. Demek şehir-ilçe-köy demeden kadınların çoğunun canı burnundaydı. Birileri de babalara akşam eve asık suratla gelme görevi mi vermişti acaba? Çünkü çocukların bütün nazı annelerine geçerken, babalar, aile meselelerinin hep son halkasını oluşturmuştu. Canı burnundaki annelerin çoğunun benim pek de sevmediğim diğer sözü de “Babana söylerim!” çıkışıdır.

Her cuma aklıma gelen bir Cahit Sıtkı şiiriyle bağlayalım yazıyı:

Bugün cuma;

Büyükannemi hatırlıyorum,

Dolayısıyla çocukluğumu,

Uzun olaydı o günler!

Yere düşen ekmek parçasını

Öpüp başıma götürdüğüm günler!

O zaman inandığım gibi,

Sahiden bir öbür dünya varsa eğer,

Orada da cumaysa bugün,

Başında bulutlardan beyaz örtüsü,

Büyükannem namaz kılmaktadır,

Namahrem eli değmez seccadesinde;

Mekkei Mükerremeden getirilmiş.

Dilerim duasında unutmasın beni;

Günahkar olduğumu hatırlayarak.

Yazarın Diğer Yazıları