Selahattin DEMİREL

Çanakkale İçinde

Selahattin DEMİREL

  • 669

Avusturya - Macaristan İmparatorluğu Veliahtı Franz Ferdinand'ın bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürülmesi ve Osmanlı Devleti’ne ait 2 savaş gemisi Yavuz ve Midilli’nin Rusya kıyılarını bombalaması.

1. Dünya Savaşı’nın başlaması ve bizim bu savaşa dahil oluşumuz hep bu iki olayın sonucu olarak özetlenirdi bizim zamanımızdaki okullarda. İnkılâp Tarihi’mizin Trablusgarp Savaşı’ndan başlatılması ne kadar sığ ise bu durum da o kadar sığ ve ezberci bir yaklaşımdı.

Bizim, Yavuz ve Midilli adını verdiğimiz ama gerçek isimleri Goeben ve Bresleu olan Almanya’ya ait 2 savaş gemisi aslında İngiliz donanmasından kaçıyordu ve Çanakkale Boğazı’nı geçerek Osmanlı’ya sığınmıştı. Ancak bu olaydan çok önce İttihat ve Terakki yönetimi Almanya ile gizli bir anlaşma yapmıştı: “Biz de savaşa girecektik…”

Ne olursa olsun Çanakkale Cephesi’ndeki destansı mücadeleye bakışımız olumlu olmalı. Binlerce şehidimize karşın düşmanı buradan geçirtmeyişimiz büyük bir başarıdır. Yine o dönemki idarecilerimizin de iyi yönetememe sorunu sonrası bu başarıya rağmen 1. Dünya Savaşı’ndan yenik çıktığımızı da unutmamalıyız… Mondros Mütarekesi (1918) sonrası yurdun çeşitli bölgelerinde işgaller başlayacaktır. Çanakkale Cephesi’ndeki mücadele, İstiklal Savaşı’na giden yolun çizilmesidir bence. Aynı zamanda bir ülkenin bir - iki atımlık mermisi kalmış kahraman asker psikolojisidir bu mücadele.

Bu ülkede yaşayan dili, dini, ırkı, mezhebi ne olursa olsun her dürüst yurttaşın Çanakkale mücadelesine bakışı hem hüzünlü hem de saygılı olmalıdır. “Çanakkale içinde vurdular beni / Ölmeden mezara koydular beni“ türküsünü dinleyip de hüzünlenmeyen, gözünde yaşlar belirmeyen, duygulanmayan kimsenin yürek katılığından şüphelenirim.

O gün orada Türk’ü, Kürt’ü, Laz’ı, Çerkez’i, Gürcü’sü, Alevi’si, Sünni’si hep beraber mücadele edildi. Evlerinde ana-babalarını, nişanlılarını, hanımlarını, çocuklarını bırakıp cepheye gittiler. Düşmanı İslam yurduna yanaştırmamaktı asıl gaye.

Belki cephede yiğitçe mücadele eden askerin; padişah fermanlarına, İttihatçı dış politikasına, İngiliz-Fransız gâvurunun hangi oyunları oynayacağına aklı ermiyordu. Bir şeye inanıyordu ve o da güçlüydü zihninde ve yüreğinde: Allah’a! Şehadet şerbetini içse de görevini yapmış olmanın rahatlığıyla Allah huzuruna çıkacaktı. Ona düşen görev buydu ona göre. Saf, dürüst bir yaklaşımdı bu.

Peki biz ecdadın bu mücadelesinin hakkını verircesine yaşıyor muyuz? Köylerden kentlere geldik… İnsanlığımızı kaybettik, bulur gibi olduksa da sadece bir anlığına duraksayıp sonra yine “adam sendeciliğe” devam ettik.

Üniversitelerimiz “karşıt görüşlü” öğrenci kavgalarına sahne olurken kardeşçe yaşayıp hiçbir sorununun olmaması gereken ülke insanlarının siz-biz ayrımı siyasetin de rotasını belirler hâle geldi. Çanakkale Cephesi’ndeki askerin ne uğruna siperde can verip serinden geçtiğini düşünmez olduk.

Demiş ya Mehmet Akif:” Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez / Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez. “

1919 - 1922 arasında hayırlı işimiz İstiklâl mücadelesi oldu. Ondan sonra yaşadığımız “ihtilal” süreci ise belki de Osmanlı’dan kalma sorunlarımızın istemeden de olsa kurumsallaşmasına neden oldu.

Evet; İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunan askerlerini yurdumuzdan çıkarttık ama çarpık sistemimiz öyle güzel işledi ki işgale gerek kalmadan kendi İngiliz, Yunan, İtalyan, Fransız askerimizi kendimiz yetiştirmeye başladık.

“Ulusal anlamda” diye bir söze başlasanız, bu, tüm eleştiri oklarının size yönelmesine yetecektir. “Ulusal sanayi” diye diye yerli zenginler yetiştirdik ancak onlar da ilk fırsatta ecnebi şirketlerle anlaşmalar yapıp güçlerini perçinlediler! Ne diyor şimdiki idarecilerimiz? “Paranın dini, imanı yoktur!” ne acı bir söz değil mi?

Eski-yeni, geçmiş-gelecek derken bulunduğumuz ahval-i umumiye ortadadır. Ne der halkımız? “Bu günümüze de şükür.”

Kıymetini bilmediğimiz, her fırsatta siz-biz kavgalarına düştüğümüz, iç-dış düşman ayrımlarıyla tespitler yapmaya çalıştığımız ülkemizde Çanakkale’de şehit olan ya da gazi olarak savaşı tamamlamış ama unutulmuş tüm ecdada teşekkür borcumuz olduğunu ve bir “Allah razı olsun onlardan” sözünü söylememiz gerektiğini unutmayalım.

İnanışımıza göre bu dünyadan ayrılmış olanlar, sevdiklerinin iyi halinden de kötü halinden de haberdar edilir. Çanakkale Kahramanları! Ne olur yanlış hallerimizi görüp de üzülmeyin! Kadrinizi kıymetinizi tam bilemediğimiz için de bizleri affedin. Mahşerde buluştuğumuzda bunca emeğinize karşı mahcup olmamak ümidiyle…

Selam olsun tüm şehitlerimize… Onlar bu ülkeye namahrem eli değmesin diye yiğitçe mücadele eden insanlardı. Bizler de bu bilinçle hareket edip inanç ve ümitle emeğe sarılıp güzel şeyler düşleyip yapmak yolunda olmalıyız. Çanakkale’de şehit olan Boyabatlı Ömer oğlu Mustafa’nın cebinden çıkan destandan bir bölümle bitirelim:

“Kurşunlar atıldı düşmana karşı
Şehitler buldular göklerde arşı
Gaziler döktüler hep sevinç yaşı

Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehit ordu gazi olacak

Düşmanın gür sesli büyük topları
Delik deşik etti toprağı yarı
Korkak Frenklerin yokmuş hiç ârı

Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehit ordu gazi olacak

İngilizler Frenge dostmuş diyorlar
Bir kötü kötüye elbette uyar
Onlara bu meydan gelecek pek dar

Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehit ordu gazi olacak

Çanakkale'yi hiç verir mi Türkler
İstanbul'umuzu alacak bir er
Var mıdır dünyada nerde o asker

Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehit ordu gazi olacak

Boyabatlı Ömer oğlu Mustafa
Yazdı bu destanı girerken safa
Muradı gitmektir arşı tavafa

Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehit ordu gazi olacak”

Yazarın Diğer Yazıları