Selahattin DEMİREL

Deniz Gezmiş 'Terörist' miydi?

Selahattin DEMİREL

  • 896

“Ve olmadı. Öldüremedik…

“Ben açıkça söyledim: ‘Öldüremem,’ dedim. Oysa başta ‘Öldürürüm,’ diyordum.

“Sinan (Cemgil), daha başlangıçta öldüremeyeceğini anlamış.

“Hiçbirimiz adam öldürmemişiz ki o güne kadar. Hiçbir deneyimimiz yok. O günden sonra da öldürmedik kimseyi. Biz insan öldürmedik reis.”

“Kapının tam kilit yerine bir el ateş ettim. Allah kahretsin, nereden bileceksin, kadıncağızın eli de tam kilidin üzerindeymiş; elinden geçmiş mermi… Kahroluyorsun.”

“Çatışma sırasında değil, ama çatışma dışı kalınca hep o kadıncağızı düşünüyordum arabadayken. Astsubayın elini yaraladığım karısını.

“Bir de çatışma sırasında, ‘Acaba vurulan, ölen oldu mu?’ diye düşünmekten alamıyordum kendimi. Üzülüyor insan.”

Bu alıntılar Erdal Öz’ün “Gülünün Solduğu Akşam” (Can Yayınları) kitabından. 68 kuşağının ve özellikle Denizlerin mücadelesinin ne olduğu konusunda toplum idrakinde ve özellikle bazı aydınlarda hâlâ tam bir anlayış olmayışı üzerine bu soruyu başlığa aldım. Sahi, terörist miydi Gezmiş ve arkadaşları?

Önce üniversitelerde siyasi gündemden uzakta kalmayarak özgürlük arayışı olarak başlayan 68 Kuşağı hareketleri daha sonra siyasi alanda yoğunlaştı.

“Ülkenin sosyo-ekonomik yapısına dayalı olarak eğitim sorunu çözülmedikçe öğrenci hareketleri durmayacaktır… Öğrenci hareketleri olduğu için eğitim düzenimiz bozulmamıştır. Tam tersine eğitim düzenimiz bozuk olduğu için öğrenci hareketleri başlamıştır.” (Emekçinin Kitaplığı, Belge Yayınları)

Bu sözler de bir diğer öğrenci lideri Harun Karadeniz’e ait. “Özel Okullar Devletleştirmelidir” yürüyüşü, yazdıkları ve ne yazık ki 1975’te hapishanedeyken kanserden vefatıyla şimdiki slogan solcularının pek incelemediği bir isim.

Ne diyordu Gezmiş ve arkadaşları, önce onlara bakalım:

— Tam Bağımsız ve Gerçekten Demokratik Türkiye

— ABD Emperyalizmine, NATO’ya ve 6.Filo’ya Hayır

Bu fikirler daha sonra silahlı mücadeleye döndü ve Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nu kurdular.

THKO ilk eylemini 29 Aralık 1970’te, Ankara’da Amerikan Büyükelçiliği’nin önünde nöbet tutan 2 polise ateş edip yaralayarak gerçekleştirdi.

11 Ocak 1971’de Ankara İş Bankası Emek Şubesi’ni soydular.

4 Mart 1971’de Ankara Gölbaşı’nda bulunan ABD üssündeki erleri kaçırdılar.

Yazının girişinde alıntıladığım “Ve olmadı, öldüremedik.” diyen Deniz Gezmiş, kaçırdıkları işte bu 4 ABD askerinden bahsediyordu.

Zor yılları yaşama talihsizliği onlara düştü. 1960’ların sonlarından başlayarak 1980’e kadar yaşanan gelişmeleri sadece gazete arşivlerinden takip etmeye çalıştığınızda hassas yürekli bir insansanız izlediğiniz olaylara yüreğiniz dayanmaz. Bir gün sağdan, bir gün soldan öldürülen üniversite öğrencileri, susuz-yolsuz-okulsuz köyler, ekonomik nedenlerle köylerden şehirlere yapılan göç sonunda yerleşim sorununun baş göstermesi ve ilgisiz devlet idarecilerine karşı vatandaşların gecekondu yapımına girişmesi, devletin de sonradan yıkım ekibi olarak belediyeler yoluyla bu insanların karşısına dikilmesi, öldürülen aydınlar-siyasiler, dar siyasi tartışmalar, ekonomik pahalılık, geçim zorluğu…

Denizler en büyük hatayı silahlı bir örgüt kurup mücadelenin yalnızca silahla olabileceği düşüncesine kapılmakla yaptılar. Hayalleri sosyalist, tam bağımsız bir Türkiye’ydi.

Onlara “terörist” diyenlerin yakıştırdıkları gibi Sovyetler’in uydusu bir Türkiye’yi düşünmüşler miydi peki? Bunu düşünseler niye özellikle “tam bağımsız” bir ülkeden bahsediyorlardı?

9 Martçı diye bilinen askerlerin bir darbe yapma ihtimaline umut bağlamalarıysa en büyük hatalarıydı.

Terörist olan biri, öldürme ve yaralama konusunda yazı girişinde alıntıladığım hassasiyeti göstermez. Terörist değillerdi ama tavırlarıyla belki birer romantik devrimciydiler. Peki, Denizlerin sonradan içinden ayrıldığı DEV-GENÇ militanlarının hepsi öyle miydi?

“Bugünkü kuşak bizden oldukça değişik; bambaşka özellikler taşıyor.

“Bakıyorsun, çocuğun doğum tarihi ya 1950 ya 1951. Almış eline silahı, eyleme girivermiş.

“Suç bu çocukların mı? Değil. Hiç değil. Geçmiş kuşakların sorumluluğunu da bu kuşak yüklenmiş… Bak, bizim kuşak başka türlüydü. Biz edebiyattan falan geldik buraya…

Bizden sonra gelen kuşak, insan olarak bütün bunlardan yoksun kaldı. Hiç de iç açıcı bir durum değil.”

Deniz Gezmiş’in Erdal Öz’e hapishanede anlattıkları belki bu soruya cevap olabilir.

Evet, silaha sarılarak yanlış bir metot seçtiler.

— Ülkeyi Amerikan sömürüsüne açık hâle getirip eğitim-ulaşım-tarım gibi alanlarda ABD güdümünü sorgulamayanlar,

— 6.Filo’dan çok önce 1946’da ülkemize gelen Missouri zırhlısını sevinçle karşılayan idareci ve entelektüeller,

— Sözde çok partili hayata geçilmesi ama sol partilere yaşam hakkı tanınmaması,

— 61 Anayasası’nın dönem iktidarınca savunulmaması,

— Sağ-Sol kavgalarında olanlara ve ölenlere, gençlerimiz diye değil de “bizimkiler-sizinkiler” diye bakanlar…

Peki, onlar ve bu olanlar çok mu masumdular?

Bu 3 genç idam edilirken belki bir gözdağı verilmek istendi ama 1972’den 1980’e kadar olanlara baktığımızda ülke neredeyse iç savaş görüntüsündedir.

6 Mayıs 1972’de idam edildiklerinde; Deniz ve Yusuf 25 yaşında, Hüseyin ise 23 yaşındaydı

İnançlı ailelerin mensubu bu gençlerin idama giderken niye imamla görüşmeyi istemediklerini, yoksa istemişler midir, sorularını bırakıp da düşünelim -çünkü Allah’ın soracağı soruyu kul sormaya kalkarsa dünya yaşanmaz bir yer hâline gelir ki geldi geleceği kadar zaten- bu 3 gencin o zaman şikâyet ettikleri bağımsızlığını kaybetmiş ülke, ABD üsleriyle, gittikçe artan cari açığıyla, köprü-otoban yapımıyla övünebilen iktidarıyla bugün gerçekten bağımsız ve yerli mi?

Karar sizin!

Bugün de sözde Denizlerin yolunda olduğunu söyleyen ama terör uygulamayı sorgulamayan yapılar vardır, bu çıkmaz yoldur. Üstelik bu yanlarıyla kimlerin işine geldikleri bellidir. Ülkesini seven ve en azından “Bu ülke yaşanmaz oldu, Avrupa’ya-Amerika’ya gitmek istiyorum.” diyen bencillerden olmayan bir genç, hayırlı bir şeyler yapmak için en başta ümitsizliği kendinden kovarak ve anlamlı bir gayretle yola çıkacaktır. Slogan atmak, veryansın etmek kolaydır. Zor olan, gayrete düşmektir. Bunun da yolu silaha, teröre sarılmaktan değil emeğe, umuda sarılmaktan geçer. O umutsuzluk aşılayanlar, okudukları kitapları üst üste dizip çamurlu ayaklarıyla onlara basarak makam elde edenler varsın, güçlü gibi görünsün, yeter ki biz bir kez yola çıkalım hem de güzel şeyler adına. Bu güzel düşünceyle gayrette bulunmak bile büyük ve hayırlı bir devrim değil midir?

Almanya’da Karl Marx Festivali

68 Kuşağı demişken onları heyecanlandıran komünizm fikrini geliştiren filozoftan da bahsedelim mi?

1818’de Almanya’nın Trier şehrinde dünyaya gelen, komünizmin kurucusu Marx’ın doğum tarihi 5 Mayıs. Günün anlam ve önemine binaen Almanya’nın Trier şehrinde Marx’ın anılacağı bir etkinlik düzenlenmiş ama bu öyle sade bir anma töreni görüntüsü vermiyor. Örneğin; bu etkinlik için Marx baskılı Euro banknotlar ve kupalar gibi hediyelik eşyalar satışa çıkarılmış. Çin de devasa bir Marx heykelini Trier şehrine hediye etmiş, bu da bugün törenle açılacakmış.

Marx’ın hayatı pek de lüks içerisinde geçmemiş, kapitalist sistemin sömürüye neden olan taraflarını, aslında sistemin kendisini incelemekle geçmişti.

“Dünyanın tüm işçileri birleşiniz!” şeklinde özetlenebilecek bir felsefeyle bu sisteme muhalifliğini ve değiştirme önerisini ortaya koymuştu. Şimdiyse kendisi de eleştirdiği bu sistemin bir satış-pazarlama aracı olmuşa benziyor. Ne enteresan değil mi?

Cemil Meriç’in sevdiğim bir sözü vardır: “İzm’ler idraklerimize giydirilen deli gömlekleri…”

Şimdiyse tek izm kaldı galiba: Globalizm, nam-ı diğer küreselleşme!

Onun şerrinden emin olmak dileğiyle… Aynı zamanda Tam Bağımsız bir Türkiye’yi de bir gün görebilmek ümidiyle…

Yazarın Diğer Yazıları