Selahattin DEMİREL

Evden Kovulan Bir Oğul ve Amerika

Selahattin DEMİREL

  • 302

İftar sırasında radyodan dinlediğim haberde ABD’de bir ailenin, oğullarını mahkeme kararıyla evden uzaklaştırma zaferinden bahsediliyordu.

Michael Rotondo isimli 30 yaşındaki oğul, ailesinin tüm “git bu evden” ısrarına rağmen onlarla aynı evde yaşamaya devam etmiş ve sonunda ailesi de hukuk kanallarını zorlamış. Ailesinin, Michael’e veryansınlarından biri şöyle mesela: "Senin gibi kötü bir çalışma geçmişi olan biri için bile işler var. Bir iş bul, çalışmalısın!"

Michael, bir evlilik yapmış ve boşanmış, bu evliliğinden bir oğlu var. Zaten bu evden kovulma zurnasının son deliğini, oğlunun legolarını vermeyen babasıyla tartışması oluşturuyor.

Michael’in biyografisine ulaşamadım; ne okudu, nerede çalıştı bilmiyorum. Yalnız, evi terk ederken orta hâlli bir steyşın otomobiliyle oradan uzaklaşması, bu adamın geçmiş yıllarda eli ekmek tutmuş görüntüsü veriyor. Yoksa o bir tutunamayan mıydı?

ABD’deki bu olayın derdi sana mı düştü? demeyin! Ben de 30 yaşındayım, üniversite mezuniyetinden sonra da maişetimi çıkarabildiğimi düşünüyorum. Ailemin orta direk olması, belki de iş hayatından çıkarabildiğim mütevazı geliri sorgulatmadı bana ama ev geçindirmenin ne kadar zor olduğunu, asgari ücretin ne demek olduğunu da mezuniyet sonrası yakından anladım.

“Piyasayı Sallayan Adam” romanımdaki başkarakter Bedir Tektir de 30 yaşında bir yerel gazetecidir mesela. Belki kendi kuşağımın meselelerini bu karakter üzerinden anlatmaya çalıştım. Fakat gayretsiz, boş vermiş, umutsuz tipler değil romanımdaki karakterler.

Ülkemizde ABD’ye gidip hayatını kurtarıp güzelleştireceğini sanan gençlerin sayısı hiç de az değil. “Parayı bi bulayım, bi dakka durmam Türkiye’de!” diyen bencillerin sayısı da gün geçtikçe artıyor. Bu kadar mı fena görüntü veren bir ülkedeyiz?

ABD’nin de filmlerde göründüğü gibi bir ülke olmadığını, yoksulluğun daha da arttığını söylüyor araştırmalar. Görüldüğü üzere de her ülkenin ve yurttaşının kendine göre sıkıntıları, dertleri, huzursuzlukları var. Ülkeleri yerle bir edilmişlerin umutsuzluğa düşüp umut yolculuğuna çıkmasını anlayabilirim ama ülkem için “yaşanmaz yer” diyenlere çok kızıyorum, haberiniz olsun. Bu bencillik ne zaman ortaya çıktı, bu kadar güçlendi? Herkes “ben” diyor da “biz” demekten çekiniyor.

Seçim ve Geçim

Seçim günü yaklaşıyor. Miting meydanlarının sesleri evlerden duyulmaya başlandı. Kim kazanacak ve her şeyden önemlisi bu hayat pahalılığı, insanların umutsuzluğu seçim sonrası bitecek mi? Esas sorum bu benim.

Kim kazanacak, bilemiyorum ama güvenilir, sözü dinlenir birilerinin, ülkemizi idare edeceklere bir şeyler anlatması gerektiğini düşünüyorum. Nasıl bir şeyler mi?

Mesela; bir ülkenin ekonomisinin sadece inşaata yaslanmaması gerektiğini, yeni üniversite açmanın büyük bir maharet olmadığını, mezuniyet sonrasında ortaya çıkacak iş sorununun çözülmesinin daha mühim olduğunu, bitme noktasına getirilen tarımın-hayvancılığın tez zamanda toparlanıp güçlenmesi gerektiğini, eğitimin, eğitimden anlamayan bakanların insafına bırakılmamasını, adaletin güven vermesini, etnik ayrımcılığı destekleyecek açıklamalar yerine birleştirici söylemlerin-uygulamaların daha yararlı olacağını, yıllardır ülkenin iş gücünü oluşturup hâlâ kirada yaşayanlara konut projeleri geliştirilmesini ve belki en radikali de gayret sarf etmeden borsada gezdirilen para üzerine inşa edilen ekonomi anlayışından vazgeçmeyi…

Ah, bunları bir anlatabilseler ve idarecileri de aydınlatabilseler iyi olmaz mıydı? Çevrelerindeki danışmanlardan çok daha iyi bir iş yapmış olurlardı böylece değil mi?

Yazarın Diğer Yazıları