Hanönü Vakıfgeymene Mahallesi’ndeki Sepetçi Küme Evleri’nde oturan insanlarımız şu sıralar taşınma hazırlığında. İlçede faaliyet gösteren bakır madeninin işletme sahasında kaldığı için buradaki 13 hane boşaltılacak.
Mahalle Muhtarı Hüseyin Yücel, evlerin maden sahası içinde kaldığı için maden şirketi tarafından satın alındığını ve kendilerine ay sonuna kadar taşınma mühleti verildiğini söylerken bu zorunlu terk ediş dolayısıyla köyde mevlit okutulduğunu ve Sepetçi Camii’nde son kez namaz kılındığını belirtmiş.
Maden şirketi, 13 hanenin 9’unu satın alırken kalan 4’ünü de almaya çalışıyormuş. Köyde bulunan 82 mezar ve 2 yatırsa taşınmak zorunda bırakılanlar arasındaymış.
Mahalle sakinlerinden “Çocukluğumuzun, gençliğimizin geçtiği, büyüklerimizin mezarlarının olduğu 300 yıllık geçmişi bulunan evimizi, barkımızı, tarlamızı maden şirketine satmak zorunda kaldık, üzüntümüz çok büyük.” diyen de “Babam bu camide vefat etti. Benim çocukluğum bu yerleşim yerinde geçti. Üzüntümüz çok büyük. Bu camide son kez namaz kılındı. Son kez geçmişlerimiz için mevlit okuttuk. Gurbetten gelince artık güvenebileceğimiz kapısını açacağımız bir evimiz kalmayacak.” diye konuşan da olmuş. (iha)
Mahallelinin satmak zorunda bırakıldığı evler için mücadele edilemez miydi, başka bir seçenek bulunamaz mıydı? diye sorumu sorarken insanların, evlerini sanki kolayca bırakıyorlarmış hissine de kapıldım açıkçası!
Öyle ya da böyle! Hanönü’ndeki insanlarımız yakın veya uzak göç yollarını tutmaya başlamışlar. Bu durum kolayca kabullenilmiş ve mücadeleye gerek görülmüyorsa mahalle yıkıma uğramadan ve henüz insanları tamamen orayı boşaltmadan tarihe bir not düşmeyelim mi?
“Nasıl?” diyorsun biliyorum kıymetli okur. Kamera, fotoğraf kayıtlarıyla ve insanlarla röportaj yaparak mesela! Çok mu zor? Şehir merkezindeki medya kuruluşları bu olaydan kendilerine herhangi bir kâr görmeyecekleri için Hanönü ve çevresindeki medya kuruluşlarına ve özellikle de iletişim öğrencilerine, yeni mezunlara sesleniyorum!
Gidelim oraya, kayıt düşelim! Gitmek zorunda bırakılan insanlara değinelim. Mücadeleci mi davranmışlar, yoksa olayı kolayca kabul mü etmişler, öğrenelim! Yaşanan zorunlu göçün reklamla kafayı bozanların umurunda olmayacağı için de çalışmalarımızı “Hanönü’nde petrol bulundu!” başlığıyla sunalım ki bari merak uyandırsın!
GİTMEK ve KALMAK ÜZERİNE
Gitmek deyince aklımıza hep hissî bir eylem gelir de zorunlu göçler üzerine konuşmak istemeyiz! Öyle ya! Göçten bahsedince ekonomiden, ülkemizdeki gelir dağılımı adaletsizliğinden ve dolayısıyla kötü politikalardan bahsetmek zorunda kalacağımızı bildiğimizden pek oralı olmuyoruz galiba!
Şimdi kendine dönüp bir soru sormanı istiyorum kıymetli okur! Hanönü’ndeki gibi sen de yerinden yuvandan edilseydin ne yapar, nasıl tepki verirdin? “Verilen paraya göre tavrım değişir!” demezdin inşallah değil mi?
“Haydi çık pazara her şey satılık / üç otuz paraya…” dediyse Livaneli biraz da insanın bu yanını bilip gördüğü için!
PEYGAMBERİMİZİN DOĞUMU VESİLESİYLE...
Hicrî Rebiülevvel ayındayız. Peygamberimiz Hazreti Muhammed’in -ona selam olsun- doğumu vesilesiyle Diyanet İşleri’nin Mevlid-i Nebi etkinlikleri oldu. Ben hiçbirine katılmadım, yorumda bulunmayacağım ama konu vesilesiyle bir hadis hatırlatmak isterim:
“Ey Ebû Zer! Çorba pişirdiğin zaman suyunu çok koy ve komşularını gözet!”
Ne dersiniz? Artık İslam, düzgün saf tutmakta bile tembel davranan ilgisiz cami cemaatinin ve hissiz, eylemsiz ibadetlerle cennet satın almaya çalışanların hegemonyasından kurtulmalı değil mi?
Hem de geç olmadan!
Hasan Hüseyin Korkmazgil’den bir şiirle:
“burun deyip geçmeyelim baylar bayanlar
kaldırsak da sınıfları ortadan
koku alan burun vardır
bir de almayan
onuru duyan vardır
bir de duymayan
insanlığa varan vardır
bir de varmayan
burun deyip geçmeyelim baylar bayanlar
bundan sonra sokaktaki kavgamız
burunlular
burunsuzlar kavgası”