Selahattin DEMİREL

'Hoşça kal kardeşim' Deniz!

Selahattin DEMİREL

  • 1473

Zor yılları yaşama talihsizliği onlara düştü. 1960’ların sonlarından başlayarak 1980’e kadar yaşanan gelişmeleri sadece gazete arşivlerinden takip etmeye çalıştığınızda hassas yürekli bir insansanız izlediğiniz olaylara yüreğiniz dayanmaz.

Bir gün sağdan, bir gün soldan öldürülen üniversite öğrencileri, susuz-yolsuz-okulsuz köyler, şehre göçenlerin barınma sorunu, öldürülen aydınlar-siyasiler, dar siyasi tartışmalar, ekonomik pahalılık, geçim zorluğu…

Yarın, Denizlerin 6 Mayıs 1972’deki idamlarının 48. yıl dönümü. Bu yazı da o vesileyle karşınızdadır.

* * *

“Ve olmadı. Öldüremedik…

“Ben açıkça söyledim: ‘Öldüremem,’ dedim. Oysa başta ‘Öldürürüm,’ diyordum.

“Sinan (Cemgil), daha başlangıçta öldüremeyeceğini anlamış.

“Hiçbirimiz adam öldürmemişiz ki o güne kadar. Hiçbir deneyimimiz yok. O günden sonra da öldürmedik kimseyi. Biz insan öldürmedik reis.”

Bu alıntılar Erdal Öz’ün “Gülünün Solduğu Akşam” (Can Yayınları) kitabından.

Önce üniversitelerde siyasi gündemden uzakta kalmayarak özgürlük arayışı olarak başlayan 68 Kuşağı hareketleri daha sonra siyasi alanda yoğunlaştı.

“Ülkenin sosyoekonomik yapısına dayalı olarak eğitim sorunu çözülmedikçe öğrenci hareketleri durmayacaktır…

“Öğrenci hareketleri olduğu için eğitim düzenimiz bozulmamıştır. Tam tersine eğitim düzenimiz bozuk olduğu için öğrenci hareketleri başlamıştır.” (Emekçinin Kitaplığı, Belge Yayınları)

Bu sözler de bir diğer öğrenci lideri Harun Karadeniz’e ait. “Özel Okullar Devletleştirilmelidir” yürüyüşü, yazdıkları ve ne yazık ki 1975’te hapishanedeyken kanserden vefatıyla şimdiki slogan solcularının pek incelemediği bir isimdir.

Ne diyordu Gezmiş ve arkadaşları? Önce ona bakalım:

— Tam bağımsız ve gerçekten demokratik Türkiye

— ABD emperyalizmine, NATO’ya ve 6.Filo’ya hayır

Bu fikirler daha sonra silahlı mücadeleye döndü ve Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nu kurdular.

THKO ilk eylemini 29 Aralık 1970’te, Ankara’da Amerikan Büyükelçiliği’nin önünde nöbet tutan 2 polise ateş edip yaralayarak gerçekleştirdi.

11 Ocak 1971’de Ankara İş Bankası Emek Şubesi’ni soydular.

4 Mart 1971’de Ankara Gölbaşı’nda bulunan ABD üssündeki erleri kaçırdılar.

Yazının girişinde alıntıladığım “Ve olmadı, öldüremedik.” diyen Deniz Gezmiş, kaçırdıkları işte bu 4 ABD askerinden bahsediyordu.

Eylemlerini yaparken işgal kuvvetlerine karşı mücadele eden Kuva-yi Milliye’yi örnek alıyorlardı. İktidarda İstanbul Hükümeti vardı, onlar da Mustafa Kemal Paşa’nın tarafındaydı bu hesapça!

Denizler terörist miydi?

Deniz Gezmiş, Sivas Şarkışla’da jandarmadan kaçarken bir evin önünde araba görür. Bu ev de araba da Hava Astsubayı İbrahim Fırıncı’ya aittir. Gezmiş, astsubayın eşinin paniğe kapılması yüzünden kapıya ateş eder ve sonra şunları söyleyecektir:

“Kapının tam kilit yerine bir el ateş ettim. Allah kahretsin, nereden bileceksin, kadıncağızın eli de tam kilidin üzerindeymiş; elinden geçmiş mermi… Kahroluyorsun.”

“Çatışma sırasında değil, ama çatışma dışı kalınca hep o kadıncağızı düşünüyordum arabadayken. Astsubayın elini yaraladığım karısını.

“Bir de çatışma sırasında, ‘Acaba vurulan, ölen oldu mu?’ diye düşünmekten alamıyordum kendimi. Üzülüyor insan.”

Bir terörist bu sözleri söyler miydi? Birilerinin dediği gibi terörist değillerdi, hatta tavırlarıyla belki birer romantik devrimciydiler. Peki, Denizlerin sonradan içinden ayrıldığı DEV-GENÇ militanlarının hepsi öyle miydi?

Deniz Gezmiş’in Erdal Öz’e hapishanede anlattıkları belki bu soruya cevap olabilir:

“Bugünkü kuşak bizden oldukça değişik; bambaşka özellikler taşıyor.

“Bakıyorsun, çocuğun doğum tarihi ya 1950 ya 1951. Almış eline silahı, eyleme girivermiş.

“Suç bu çocukların mı? Değil. Hiç değil. Geçmiş kuşakların sorumluluğunu da bu kuşak yüklenmiş… Bak, bizim kuşak başka türlüydü. Biz edebiyattan falan geldik buraya…

“Bizden sonra gelen kuşak, insan olarak bütün bunlardan yoksun kaldı. Hiç de iç açıcı bir durum değil.”

* * *

Denizler en büyük hatayı silahlı bir örgüt kurup mücadelenin yalnızca silahla olabileceği düşüncesine kapılmakla yaptılar. Hayalleri sosyalist, tam bağımsız bir Türkiye’ydi.

Onlara “terörist” diyenlerin yakıştırdıkları gibi Sovyetler’in uydusu bir Türkiye’yi düşünmüşler miydi peki? Bunu düşünseler niye özellikle “tam bağımsız” bir ülkeden bahsediyorlardı?

9 Martçı diye bilinen askerlerin bir darbe yapma ihtimaline umut bağlamalarıysa bir başka hataydı.

Tek suçlu onlar mıydı?

— Ülkeyi Amerikan sömürüsüne açık hâle getirip eğitim-ulaşım-tarım gibi alanlarda ABD güdümünü sorgulamayanlar,

— 6. Filo’dan çok önce 1946’da ülkemize gelen Missouri zırhlısını sevinçle karşılayan idareci ve entelektüeller,

— 1946’da sözde çok partili hayata geçilirken sol partilere yaşam hakkı tanımayanlar,

— 1961 Anayasası’nın dönem iktidarınca savunulmaması,

— Sağ-Sol kavgalarında olanlara ve ölenlere, “gençlerimiz” diye değil de “bizimkiler-sizinkiler” diye bakanlar…

Peki, onlar ve bu olanlar çok mu masumdular?

Bu 3 genç idam edilirken belki bir gözdağı verilmek istendi ama 1972’den 1980’e kadar olanlara baktığımızda ülke neredeyse iç savaş görüntüsündedir.

6 Mayıs 1972’de idam edildiklerinde; Deniz ve Yusuf 25 yaşında, Hüseyin ise 23 yaşındaydı

Bu 3 gencin o zaman şikâyet ettikleri bağımsızlığını kaybetmiş ülke bugün gerçekten bağımsız ve yerli mi peki?

Bir annenin yakarışı!

Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan yakalandığında Nurhak Dağı’nı tutmuş devrimciler de vardı.

Tarihe Nurhak Katliamı olarak geçecek olayda Sinan Cemgil, Kadir Manga ve Alpaslan Özdoğan, Adıyaman Gölbaşı civarında ihbar edilerek jandarma tarafından öldürülmüşlerdir.

Sinan Cemgil’in annesi Nazife Cemgil’se oğlunun naaşı başında çevresindekilere şunları söyleyecektir:

“Bu, oğ­lum Si­nan. Bun­lar da onun ar­ka­daş­la­rı, kar­deş­le­ri. On­lar da oğul­la­rım. Bu ço­cuk­lar, bu oğul­lar; bu ül­ke­yi, hal­kı, siz­le­ri sev­di­ler.

“Baş­ka bir is­tek­le­ri yok­tu. Her bi­ri bi­rer de­hay­dı. Her bi­ri üs­tün ze­kâ­lı gü­zel ço­cuk­lar­dı. Di­le­se­ler­di, dü­ze­nin adam­la­rı ol­sa­lar­dı, şim­di bura­da can­sız yat­maz­lar­dı. Bi­rer mil­yo­ner olur­lar­dı. Ama on­lar, halkı, siz­le­ri sev­di­ler. Si­zin so­run­la­rı­nı­zı omuz­la­dı­lar…”

“Hoşça kal kardeşim…”

Şarkıyı ilk duyduğumda liseli bir gençtim ve Deniz Gezmiş’e yazıldığını sanmıştım.

Şiirlerle dostluğum kuvvetlenince Nâzım’ın 1958’de yazdığı bu şiirin nasıl da Deniz Gezmiş’le anıldığına şaşırmıştım!

Abhazya’nın deniz şehri Pitsunda’da düşünüp kaleme almıştı Nâzım üstat ve ne iyi etmişti!

Denizleri görmemiş, haklarında ne bir yazı ne de şiir yazabilmişti.

Yine “Bulut mu olsam” şiirinin sonunda “Deniz olunmalı oğlum…” derken de onlardan habersizdi. Sonrasında güzel bir yakıştırmayla alâkasız olayları bir araya getirmişti aydınımız.

Livaneli’den sonra Leman Sam da “Hoşça kal kardeşim”i söylemişti.

* * *

Nâzım’la:

“İşte geldik gidiyoruz
hoşça kal kardeşim deniz
biraz çakılından aldık
biraz da masmavi tuzundan
sonsuzluğundan da biraz
ışığından da birazcık
birazcık da kederinden
bir şeyler anlattın bize
denizliğin kaderinden
biraz daha umutluyuz
biraz daha adam olduk
işte geldik gidiyoruz
hoşça kal kardeşim deniz”

Önemli Açıklama!

Kastamonu Belediyesi’nin 3 makam aracı kiralamasıyla ilgili yazıma Sayın Başkan Vidinlioğlu tarafından yazılı bir açıklama yapıldı.

Açıklamadan, 1 aracın kendisi, diğer 2 aracın da başkan yardımcıları için kiralanacağını öğrenmiş oldum.

Araçların kiralanma nedeniyse “Mevcut araçların ağır bakım giderleri ve sürekli verdikleri arızalar sonucunda böyle bir karar almak zorunda kaldık.” diyerek belirtildi.

Açıklamada yazım için “işin gizli saklı yürütülüyormuş algısı oluşturma çabası, gazetecilik etiğine yakışmayan, saldırgan tavır” gibi ifadelere ve yanılmayı ümit ederek yaptığım kibir eleştirisinin tarafıma çevrilip yazımdaki bir bölümün yanlış yorumlanarak örnek verilmesiyle hakkımda psikolojik bir teşhis yapılmasını asla kabul etmiyorum.

Ortada yakışıksız bir durum varsa 3 basit soruma bu kadar üst perdeden bakılmasıdır!

Gazetede ilanı çıkmış açık bir olaya açık sorular sordum. Cevabının bu kadar zor alınacağını tahmin etmemiştim ama yine de teşekkür ederim! Bu vesileyle şehir halkı da daha ayrıntılı malumat sahibi oldu.

Siyasetten uzak, dürüst niyetle bilgi edinmeye çalışan yazı ve haberlere “kurgu” evhamıyla bakmaktansa şeffaf bir şekilde basın açıklaması yapmanın önemi daha da anlaşıldı böylece!

Yorumlar 1
AHMET SABRİ 05 Mayıs 2020 19:15

REİS BİZ HİÇ ADAM ÖLDÜRMEDİK çok anlam ifade ediyor onlar EMPERYALİZME baş kaldırdıkları için öldürüldüler

Yazarın Diğer Yazıları