Selahattin DEMİREL

İntihar Bilmecesi

Selahattin DEMİREL

  • 2072

Birkaç gün önce Kastamonu’da 25 yaşındaki sağlık personeli Recep Evin “ben çevre yolu ormanlık alana gidiyorum. İntihar edeceğim” diye bir not bırakıp ormanlık alanda kendini ağaca asarak intihar etti. Derdi, kederi, sıkıntısı neydi? Ona kimse ulaşamamış, onu anlamaya çalışmamış mıydı?

Ya İstanbul’da intihar eden Boğaziçi Üniversiteli 25 yaşındaki Gizem’in hikâyesi neydi? O da: “Beceremediysem lütfen siz yapın. Öldürün beni” diye başlayan bir not bırakıp canına kıymıştı.

Ekim 2016’da Osmaniye’de facebook canlı yayınında intihar eden 22 yaşındaki Erdoğan niye ülkede gündem olmamıştı?

Bir yandan da bu haberler ülkedeki sosyolog ve psikologlara araştırma konuları oluşturuyor. Bireylerdeki cinnet hâlini bugün kimse önemsemiyor, "adi vaka" deyip geçiyor ama dışarıdaki bu ateş, bir gün bizleri de sarmaya başlayınca çok geç kalmış olabiliriz. Ülkemizdeki gidişat toplumsal bunalım araştırmalarına ve hatta Toplumsal Bunalım Bakanlığı’na ihtiyaç olduğunu gösteriyor. Bu bakanlık, basın mensuplarıyla kahvaltı toplantıları yapmak için değil, tutunamayanları besleyen nedenler üzerine kafa yorup çareler bulmak için gayret göstermeli. Bizler de çevremizdeki tutunamayanlara artık daha fazla gözlerimizi kapamamalıyız ki hem “bana dokunmayan yılan kimi sokarsa soksun” bencilliğinden kendimizi bir an evvel kurtarmış olalım hem de nice sıkıntılar, bunalımlar içinde kıvrananlara hayırlı bir vesile olup yarınlara hep beraber umutla bakabilelim.

Her gün ne haberler geçiyor önümüzden. Medya görev bilip bunları sadece aktarıyor, bizse bu dramatik haberlerle baş başa kalıyoruz. Kimimiz, vah vah, diyor kimimiz, tüh tüh, hassasiyet sahibi olanlar belki “Allah rahmet eylesin” dedikten sonra bir de fatiha okuyor. Soruyor, sorguluyor muyuz “neden” diye? Çok uzaklara da gitmeye gerek yok. Herkes kendi arkadaşlarını, yakınlarını, akrabalarını ve özellikle de gençleri düşünüp onlara bir baksın. Baksın ama öyle gözlerini dikip onları rahatsız edercesine değil! Onları anlamaya çalışarak, onlara değerli olduklarını hissettirerek. Zaten değerli de değiller mi?

“Kaça gidiyorsun? Derslerin nasıl? Üniversite sınavından kaç puan aldın? İş bulabildin mi? Ne zaman evleneceksin?” gibi sıkıcı ve bunaltıcı sorularla değil! “Nasıl gidiyor hayat? Sence ben doğru mu düşünüyorum? Sen ne dersin bu konuda? Sence yaşı senden büyüklerin yanlışları neler? Anne-Baba olsaydın çocuğuna nasıl davranırdın?” diye sorup onların düşüncelerini, eğilimlerini öğrenmeye çalışsak buna göre de davranışlarımızı ayarlasak daha iyi olmaz mı? Hatta bilgiççe sormaktan öte onların konuşmasına müsaade edip onları susturmasak ve dinlesek iyi etmiş olmaz mıyız?

Bakın, intihara teşebbüs edenlerin büyük çoğunluğu maddi değil manevi zorluk içindeki insanlarımız. Maddiyat tüm meseleleri halletseydi zenginlerin çocukları en sorunsuz insanlar olurdu. O pahalı arabalar, lüks evler, yurt dışı seyahatleri, yedikleri önünde yemedikleri artlarında beslenmeleri onları mutlu etmeye yetmiyor ki onlar da hayatlarından memnun değil ve çoğu da mutsuz görünüyor.

İnsana en çok koyan yakınları tarafından anlaşılamamak! Buna göre bizde yakınımızdaki gençlere işli-işsiz, evli-bekar, ilkokullu-üniversiteli demeden insanca ve onları anlamaya çalışarak yaklaşalım. Görmüyor musunuz orada burada her zaman karşılaştığımız nice tutunamayanları? Kullandıkları sentetik uyuşturucunun etkisinden ötürü başlarını kaldıramayan, ayakta duramayan nice gençleri, bar köşelerinde karşı cins “avlamaya” çalışan nefsinin elinde oyuncak olmuşları, “para için her yol mubahtır” deyip boyanmadığı kara kalmayanları, özgürlük nutukları çekerek aslında ailesinden ve kendi yaşamından kaçma niyetiyle ora senin bura benim geze geze mutlu olduklarını sanan paket tatil meraklılarını, sosyal medyayı kendini ve hayatını sergileme alanı olarak görüp bunalımlarını bu kanaldan atmaya çalışanları…

Geç oldu olmasına da daha da fazla gecikmeden çevremize bir göz kulak olup artık böylesi haberlere konu olan tutunamayan hayatların olmadığı günleri görebilelim. Yoksa ki her intihar ve cinnet karşısında vicdanımıza “acaba benim de bu bunalımda bir payım var mı?” diye sormaya devam ederiz. Tabii o da vicdanı olanların sorabileceği bir soru değil mi?

Otobüs Kazası ve Beklenmedik Ayrılıklar

Cumartesi günü Kastamonu-Ankara seferini yapan otobüsün Çankırı yakınlarında devrilmesi sonucu 8 insanımız hayatını kaybetti, 32 insanımız yaralandı. Nisanda burada yayınladığım “Kastamonu Yolunda Bir Öykü” isimli yazımda bu konuyu işlemiştim. Ben de bir kış vakti Ankara’dan Kastamonu’ya giderken hayatında hiç Kastamonu’ya gitmemiş olan şoförün kullandığı otobüsle yolculuk etmiştim. Bu yolculuk bana bir öykü ilhamı vermiş ama karayolları taşımacılığındaki kötü görüntüyü de belli etmişti. Anlaşılan bu acımasız sistemi ülkedeki büyük firmalar yaygınlaştırmaya başladı ki Cumartesi günkü kazayı yaşayan yolcular şoförün yolu bilmediğinden ve uyuduğundan bahsediyorlardı.

Her gün yüzlerce otobüs yüzlerce yolcusuyla yollara çıkıyor. İlk gençlik yıllarımdan beri demiryollarını önemsiyor ve savunuyorum. Bu cinayet denecek kazalarda en az bu acımasız otobüs şirketlerinin payı kadar karayolu gibi kaza riskinin bol olduğu bir taşımacılık seçeneğini bu ülkeye tek çare olarak dayatanların da payı var. 8 insanımızın kimi üniversite öğrencisi, kimi de yine kendi hikâyelerinin kahramanlarıydı. Hepsine Allah’tan rahmet ve yakınlarına da büyük sabır dilerim. Hastanede tedavi gören insanlarımıza da Allah’tan şifa dilerim.

Yazarın Diğer Yazıları