Selahattin DEMİREL

Kastamonu'yu kim yönetiyor? ve 10 yıl sonra!..

Selahattin DEMİREL

  • 829

Şehrimiz siyasetini temsil eden değerli büyüklerimiz epeydir ikili tartışmalara girmiyor, görüşlerini cevap beklemeyen açıklamalar şeklinde ifade ediyordu. Bu genellemenin dışına çıkanlar daha çok rakip partili vekillerimiz oluyordu.

Şehir insanının çoğu, kriz havasında iş arayışına ve günden güne eriyen liralarına odaklanıp iyice bunaldığından şehrin siyasilerini pek de iplemiyor, açıklamalara sosyal medya hesaplarından yorum yazmakla yetiniyordu.

“Helal başkanıma!” ya da “Siz önce kendi partinize bakın!” yorumlarının yanında “Hadi oradan!” diyen de vardı “Kastamonu’yla kimse ilgilenmiyor!” yazan da! Bunların içinde en ciddi olanlarıysa yarım kalan ya da yapılması beklenip hâlâ yapılmayan yolları hatırlatan insanlarımızdı belki de!

Epeydir il başkanları arasındaki söz düellosundan uzak kalan insanımızın zihninde Kastamonu’yu kimin yönettiğiyle ilgili soru işaretleri oluşmaya başladı şu sıralar!

MHP İl Başkanı’na göre şehrin yüzde 73’ünü onlar yönetiyor, AK Parti İl Başkanı’na göreyse şehrin yüzde 100’ünü yöneten kendileri!

Ülke insanımızın matematik karnesinin çok iyi olmadığımız malum. Bu durum değerli büyüklerimizin sözlerine de yansıyınca şaşırmıyoruz. Bu 2 sayısal değerden yola çıkıp şehrimizi kimin ne kadar yönettiğiyle ilgili bir sonuca ulaşmamız mümkün görünmüyor. Gerçi bu durumu iktidar ortağı Sayın Bahçeli’ye aktarsak kolaylıkla bir formül üretip işin içinden çıkmamıza yardım edebilirdi ama ülke siyaseti Kastamonu’yu kimin yönettiğinden daha büyük sorunlarla meşgul!

Bense bu tartışmalara müdahil olmayıp biraz da Ömer Hayyam’ın, “Çekil, otur gürültüsüz bir köşeye / Seyret bu hengâmede olan biteni.” dediği gibi davranmaya çalışırken bir şeyi de düşünmeden edemedim. Ne mi o? Seni merakta bırakmadan hemen söyleyeyim kıymeti okur: Bundan 10 sene sonra bu siyasi atışmaları, senelere yenilmemiş eski bir gazete sayfasında gören Kastamonulu nasıl davranacak acaba?

Bir nevi zaman makinesine girip 10 yıl sonrasının Kastamonu’su ve Türkiye’sini, bunca siyasi atışmayı, ülke insanının değişimini görebilenler neler düşüneceklerdi? Ve bizler 10 sene sonrasını görebilecek miydik?

Yıllar sonra bu hengâmeye bakanlar neler düşünecek, bilemiyoruz ama “Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş.” diyen Bâki’nin yüzde 100 haklı çıkacağından eminiz!

ÇALIŞAMAYAN GAZETECİLER GÜNÜ!

Bugün Çalışan Gazeteciler Günü. 1961’de ülkemiz darbe yönetimindeyken çıkarılan ve basın emekçilerinin sosyal haklarını iyileştiren 212 sayılı yasadan memnun olmayan 9 gazete patronu birleşip 3 gün boyunca gazetelerini çıkarmamışlardır. Basın emekçilerinden bir araya gelenlerse “Basın” isimli gazeteyi çıkararak bu boykota tepkilerini göstermişlerdir.

Gazetecileri düşünen yasa, çoğu gazete patronunun hoşuna gitmese de yürürlüğe girmiş, 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Bayramı kabul edilmiştir.

Sevgili ülkem 10 sene sonra “12 Mart Muhtırası” ismiyle bir başka askerî müdahaleyle karşılaşmış, basına ve emekçilerine getirilen kısıtlamalarla Çalışan Gazeteciler Günü olarak kutlanmaya devam etmiş.

Günün kaynağı böyle ama gazetelerin ve gazetecilerin durumu da günden güne kötüye gitmekte. Siyasi ve ekonomik nedenlerle çalışamayan, çalıştırılmayan gazetecilerimiz de var, onları da konuşmayalım mı bugün?

* * *

Dünya Basın Özgürlüğü sıralamasında ülkemiz 180 ülke arasında 157. sırada kendine yer bulabilmişken Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın açıkladığı rakamlara göre de 91 gazeteci cezaevinde.

Yabancı kaynaklara göre tutuklu gazeteci sayısı en fazla olan ülkeler arasında kimler mi var? Sırasıyla; Çin, …, Suudi Arabistan ve Mısır. O boş bıraktığım ikinci sırada genelde ülkemiz oluyor kıymetli okur, biliyor musun?

Gazetecilik mesleği, kötü niyetlilerin kamuflajı için elverişli bir meslektir. Dikkat ederseniz, istihbarat elemanları da hep gazeteciliğe sığınmışlardır.

Tutuklu gazeteciler ve dışarıda tetikçilik yapanlar arasında bunların sayıları ne kadardır bilmiyorum ancak tek derdi tarafsız haber ulaştırmak ve halkı bilgilendirmek olan basın emekçilerinin de keyfi siyasi bakışla “istenmeyen gazeteci” ilan edilmesi ne kadar adildir?

                               
Kendi de bir gazeteci olan George Orwell yıllar önce “Gazetecilik, birilerinin yayınlamak istemediği şeyleri yazmaktır. Bunun dışındaki her şey halkla ilişkilerdir.” derken bugün gazetecilik adına ortada olanın yalnızca halkla ilişkiler yani reklam kaygısı olduğunu görseydi hiç de şaşırmazdı herhâlde!

Bunca yazdıktan sonra çalışan, çalışmayan ya da çalıştırılmayan gazetecilerimizin gününü kutlayamadığım için de beni affedin ama her şeye karşın umuttan yüz çevirmeden gayrete devam…

“BİZİ ÇEKEMEYEN ANTEN TAKSIN!”

Birkaç yıl önce İstanbul Zeytinburnu’nda Kartal marka bir aracın arka camında görmüştüm bu yazıyı ve çok manidar bulmuştum. Belki de bu sözle ilk tanışmam özellikle de Tofaş Kuş Serisi’nin arka camlarının kamu spotu görevini üstlenmesi vesilesiyle olunca daha da etkilemişti beni.

Evet, sonuna kadar haklı bir sözdü. Yüzünüze gülüp ardınızdan beddua ederek hasetçiliğini sergileyenlerin sayısı hiç de az değildi çünkü! İlk insan Hazreti Adem’in oğlu Kâbil’den bu yana da dur durak bilmeden devam ediyordu bu çekemezlik huyu!

Şeytani bir yüz ifadesiyle başlayan haset süreci söz çatmakla devam edip kavga ve tartışmayla aşama kaydederek cana kıymaya kadar vardırıyordu işi!

Kibrin, küçümsemenin ve tavan yapmış bir egonun sahibi hasetçilerin en riyakârlarıysa sosyal medya hesabı takibinden çıkma şeklinde korkak bir eyleme başvurup buna neden dahi sunamıyorlardı!

Hasetçiler, kibir sahipleri, şairin ifadesiyle “ciğeri beş para etmezler, orta yolcular, dönekler, sümüklü böcekler, medya çömezleri, yüzü yırtılmış köçekler…” kendi tembelliğinize, heyecansızlığınıza bakmadan çalışan, üretken, emekçi ellere, kemik yalayıp yiyerek bilediğiniz dişlerinizi gıcırdatmayın!

Nazım yıllar önce söylemişti: “Çizmişiz rotamızı dostların alkışlarıyla değil gıcırtısıyla düşmanın dişlerinin.” diye ve haklıydı!

“Hasetçinin şerrinden” Allah’a sığınalım ve anten konusuyla ilgili frekans bilgisi verelim:

Ey hasetçi! Çekemezlik senin hamurunda varsa bu hâlinle fark etmeden kendini de bitiriyorsun. Gıcık olduğun üreten ellere haset edeceğine tembelliğini at da onu hayırda geçmeye bak! İnan, böylesi herkes için daha anlamlı olacaktır. Sana bu frekans bilgisi yetmiyorsa dikkat et, anten kurulum ayarları için teknik ekibi karşında bulmayasın!

* * *

Yazımı Cahit Külebi’den bir şiirle bağlıyorum:

"Anladım ki boş değil yaşamamız,
Her şeyin bir tadı var...
Böyle deyip Kerem gibi düştüm yollara
Trenler, gemiler, arabalar...

İnsanlar! Şeytanın süt kardeşi!
Bazı bazı sizleri de gördüm uzaktan;
O zaman sövmek geldi içimden
Ayıptır söylemesi…”

Yazarın Diğer Yazıları