Selahattin DEMİREL

Kimin duasında, kimin bedduasındasınız?

Selahattin DEMİREL

  • 500

Geçende üniversite yıllarımdan tanıdığım dostumla konuşurken bazı arayışlarımdan bahsettiğimde bana “duamdasın!” deyiverdi. Ne kadar çok sevindim, anlatamam. Birinin duasında olmak az şey miydi?

Liseden tanıdığım bir başka dostum da İstanbul’da kiralık ev arayışı içindeydi. Akrabası olan ev sahibi, yakın zamanda evi boşaltmasını istemişti. Onunla da konuştuğumuzda “dua et bize!” diyordu. Dualarda buluşmak üzere randevulaştık.

Peki, şimdi size soruyorum: “Duam seninle” veya “duamdasın” yahut “duanı eksik etme!” diyeniniz oldu mu hiç? Yoksa kimsenin duasına giremediniz mi bugüne kadar? Ya da birinin duasındayken hiç çıkarıldınız, o duadan azledildiniz mi? Umarım, böyle bir şey başınıza gelmemiştir, çünkü vebali büyüktür!

Hayır, ciddi olamazsınız! Ne yani, sahiden önceleri bir duanın içindeyken şimdi isminiz zikredilmiyor mu? Nasıl bir kalp kırdınız, ne biçim bir ah aldınız siz? Ölmeden evvel peşine düşün şu işin! Bakın, Azrail her an görevlendirilip yola çıkmayı bekliyor, bu işin şakası yok!

“Duam seninle!” diyeniniz varsa ne güzel ama bir de bedduanın içindeyseniz?.. Siz ne yaptınız, hâlâ söylemeyecek misiniz? Bir de bu beddua mazluma aitse… Yoksa siz, o hadisten haberdar değil misiniz?

“Mazlumun bedduasından sakınınız. Çünkü onun duasıyla Allah arasında perde yoktur.”

Kırdığınız bir kalp, incittiğiniz bir gönül, hakkını yediğiniz biri… Mazlumun bedduası olarak karşınıza çıkmasın! Siz, birinin duasında değilseniz yahut o duada artık anılmıyorsanız, üstelik bir de beddua okunun ucundaysanız vay hâlinize! İçinde bulunduğunuz debdebeye, şaşaaya dikkat edin! Aldığınız ahlar ve veballerin karşılığınca huzursuz olacak, bedel ödeyeceksiniz! “Yemediğim hak, kırmadığım kalp, döktürmediğim gözyaşı kalmadı! Bugüne kadar bir kuruş da bedel filan ödemedim, ne saçmalıyorsun sen be adam?” diyorsanız durum daha fena! Ateşinize kaliteli odunlar taşıdınız ve hâlâ da taşıyorsunuz demek… Üstelik hiç de gocunmuyorsunuz, peh!

Bakın, size ne diyeceğim? Yol yakınken bulun onları! İyilerin duasında olun, kötülerin korkusunda! Ve çıkarıldığınız dualara geri gönün, beddua oklarına tutulmayın! Telafi edin kırdıklarınızı, yoksa böyle duasız, bilemediğiniz bir şeylerin huzursuzluğunda boğulmaya devam edeceksiniz, benden söylemesi!

Dostça bir uyarı!

Kendini o kadar paraladın ve mahvettin ki bu uyarıyı yapmak zorunda kaldım! Sen hayalcisin, bilirim. Çoğu zaman gerçeğe dönüşmese de hayal güzeldir, dünya hayatıysa acıdır ama sen yine de ne hayalsiz yaşa ne de dünyanın acı hâlinden ötürü umutsuz ol!

Şimdiye kadar anlamı olmayana çokça anlam yükledin, ne oldu? Yüklediğin anlamı hak etmeyişini görmezden gelerek “hayır, insanlar bu kadar kötü olamaz!” dedin, dedin de ne yapabildin? Yine üzülen sen oldun! İş için ayrı iyimserlik, aşk için ayrı hayalcilik! Aman dostum aman! Bak, sevdiklerin yanında, sarıl onlara! Ne diyordu hani Zarifoğlu üstat?

“Sabah kahvaltıda, çay kaşıklarının sesi birbirine karışıyorsa; bu mutluluğun sesidir. Ve anneniz karşınızda oturuyorsa, oturduğunuz yer tam olarak cennettir… Çocukları sevin. Dünya ölümlü dünyadır.”

Az şey mi bu, Allah aşkına? Hayır, dostum, dinlemelisin beni! Şimdi ses vermiyorsun, görüyorum ama konuştuğunda belki şunları söyleyeceksin:

“Evet, haklısın! Herkes gibi olabilmek için ne çok paraladım kendimi! Hem işin hem de aşkın peşinden durmadan koştum! Koştum da ne oldu? İkisine de yetişemedim! Şimdiyse sade akşamları değil gündüzleri de olur olmaz yerde gözlerim doluyor! Misal; geçende bir cami avlusunda kitabımı okurken bisikletine binen bir çocuk ansızın önümde durdu ve ‘bisikletimin zinciri attı, sen yapabilir misin?’ dedi. Zincirini tamir ettikten sonra bana teşekkür edip ‘senin çocuğun var mı?’ diye sormasıysa gözlerimde birkaç damla yaşın belirmesine neden oldu. Neyse ki bu meraklı küçümeni annesi çağırdı da sorusuna cevap vermekten kurtuldum. Umut bağladıklarımın gaddar ve hissiz oluşları, beni hor görüp aşağılamaları… İtirazım bunaydı, insan nasıl bu kadar gaddar oluyordu sahi? Yoksa bunlar insan görünümlü…”

Şişşt! Biliyorum, yerden göğe kadar haklısın. Ülkenin de dünyanın da hâli fena! İnsan insana tutunamıyor artık. Üzme kendini nafile yere, bu senin değil yaşadığın çağın hatası! Ve çağa uygun insan görünümlü tiplerin!

Gözlerin doluyorsa sen insansın be dostum, ondandır! Bak şöyle yazıyordu bir Mustafa Kutlu kitabında:

“Gözyaşı güzeldir. Ne mutlu ağlayabilenlere. Gözyaşı merhamettir. Merhamet adaletin anahtarıdır. Adalet, varılacak son nokta, açılacak son kapıdır. Bundan ötesi Allah’a kalmış.”

İşin içinde merhamet ve sonunda adalet varsa doğru yoldasın, boş ver! Herkes, kendine yakışanı yaptı, sen insansın dostum, unutma!

Eylül gitmeden!

Sonbaharın habercisi eylül ayı geldi. Daha çok hüzzam makamı gibi bilinen bu ayın bir kabahati yok aslında. Bütün suç, tüm hüzünleri eylülle kamuflaj edenlerde! Ağaçlardan dökülen yapraklara gazel, bu mevsime de hazan denmesi iyileri kötü yapmayacak yine! Eylülü bahane edip var olan kederinize biraz daha eklemeyin, ne olur! Bakın, dünyayı cehenneme çeviren büyük devletler yaz-kış demeden savaş alanlarını diri tutmaya çalışıyorlar, Allah belalarını versin rezillerin! Keşke idarecilerinde biraz his ve insanlık olsaydı, yaşama sevincimize balyozlar bu kadar kolay indirilmezdi belki de!

Güzel ülkem için de kötü bir olayın yıl dönümüdür eylül: 12 Eylül 1980! Siyasi görüş ayrılıklarının kardeş kavgasına neden olduğu bir topluma askerî bir hareketle nizam verilişidir ve hâlen anayasası yürürlüktedir. Darbe sonrası idamını bekleyen bir gencin diliyle yazılmış şiirse eylüle hüzün eklemektedir:

“ölmek ne garip şey anne
artık duvarları kanatırcasına tırnağımla
şaşkın umutlu şiirler yazamayacağım
mutlak bir inançla gözlerimi tavana çakamayacağım
baba olamayacağım örneğin…”

Tüm bu kötü eylül anılarına karşın Ahmet Telli’den bir şiirle karşılayalım bu ayı:

“Eylül, gülleri soldurarak
duyurdu bu yıl kendini
Böyle olacağını bile bile
şaşırttı bizi yine de

Daha bir demet kır çiçeği
alıp koymadık vazoya
Güller mi unutturdu bize sevinci
yoksa aşındırdık mı kimi duyguları

Bu kahrolası tarraka
bitecek gibi değil sokaklarda
Çekip kapıyı çıkmak en iyisi
dalmak caddelere, varoşlara

Belki o zaman eylül
şaşırtmayacak bizi
bulup çıkaracağız çünkü
evrenin öteki yüzünü”

Yazarın Diğer Yazıları