Selahattin DEMİREL

Kürk Mantolu Madonna: Bitmeyen Bir Aşk

Selahattin DEMİREL

  • 470

Kitap mağazalarında “çok satanlar” bölümünün adını değil ama kendisini severim. Nedir yani “çok satanlar”? Kitabı bir ticari meta olarak gören zihniyetin bir ürünü değil mi bu tabir? Bunca ticari kaygı yoğunluğuna rağmen caddelerdeki kitapçılar bir bir kapanıyor, AVM’lerdeki kitap mağazaları da küçüldükçe küçülüyor. Zaten sadece kitap bulunmayan bu mağazalarda kültür-sanat ürünlerinin yanı sıra hediyelik eşyalar, kırtasiye ürünleri hatta “bebelere balon” kıvamında oyuncuklar ve çikolatalar da satışa sunuluyor. “Çok satmak, satışta birinci olmak ve mağaza hedeflerini tutturmak” günümüzün kabul gören “çok önemli” değerlerini oluşturuyor.

İşte ben de bir kitapçıya girdiğimde ismini sevmesem de “çok satanlar” bölümünü incelerim. Yıllar yılı bir romanın o bölümden hiç inmediğini ve baskı üzerine baskı yaptığını görürüm. Kürk Mantolu Madonna’dan bahsediyorum elbette. En son 90. baskısını gördüm. 2007 senesinde 21. baskısını okuduğumu düşündüğümde okuyucuların esere gösterdiği ilgi dikkate değer. Peki, bu eseri yıllardan beri popüler yapan ne?

Eser ilk baskısını 1943 yılında Remzi Kitabevi’nden yapmış. Bundan önce de Hakikat Gazetesi’nde tefrika hâlinde yayınlanmış. Günümüzde Yapı Kredi Yayınları aracılığıyla okuyucuyla buluşuyor. Konusu aşk ama anlatışı ve aşkın biçimi sebebiyle okuyucuyu etkiliyor. Eserin bu kadar ilgi görmesi de her okuyanın tavsiye ile mutlaka bir-iki kişiye daha eseri okutması sonucu oluyor. Anlaşılan o ki okuyanların çoğu da pişman olmuyor.

Roman iş aramak kaygısında olan bir adamın -ki o yazarımızdır- yaşadıklarıyla başlıyor. Birçok tanıdığın yüz çevirdiği hatta önemsemez olduğu yazarımız bu hâl üzere yürürken bir otomobilin içinden ona seslenen eski arkadaşıyla karşılaşır. Girişimci biri olduğunu ve kısa zamanda yükseldiğini anladığımız bu arkadaş, yazarımızı evine davet eder ve işle ilgili “bakacağını” söyler. Bu karşılaşmada yazar şu betimlemeye başvurur:

“Bana rast geldiğinden memnun görünüyordu. İhtimal, eriştiği mertebeleri gösterebildiğine, yahut da, benim halimi düşünerek, benim gibi olmadığına seviniyordu. Nedense, hayatta bir müddet beraber yürüdüğümüz insanların başına bir felaket geldiğini, herhangi bir sıkıntıya düştüklerini görünce bu belaları kendi başımızdan savmış gibi ferahlık duyar ve o zavallılara, sanki bize de gelebilecek belaları kendi üstlerine çektikleri için, alaka ve merhamet göstermek isteriz.”

Yazarımız bu arkadaşının aracılığıyla nihayet iş bulur ve bu işte eserin konusunu oluşturacak Raif Efendi ile tanışır. Bundan sonra başkarakter Raif Efendi’dir. İşte burada özellikle bu bölüm için Nazım Hikmet’in söylediklerini hatırlamak gerek:

“Ben başlangıcı okurken yani Berlin’e kadar olan pasajı, senin benim anladığım manadaki realizmine hayran oldum. Beni dinlersen o başlangıcı almak ve kahramanın ölümünü kısaca tekrarlamak suretiyle o ailenin efradı ve eşhasının hayatları etrafında bir ikinci cilt, ayrı bir roman yapabilirsin, böylelikle de dinlemeye başladığımız harika musiki birdenbire kesilmiş olmaz.

Gelelim ikinci kısmına, o kısım, başlı başına bir büyük hikâye olarak güzeldir ve böyle bir tecrübe gerek senin için gerekse Türk edebiyatı için lazımdı. Sen bu tecrübeyi başarıyla yaptın.”

Raif Efendi’nin ailesi, karakteri, hastalığı ve bu sırada yazarımıza verdiği, özelikle Almanya’da yaşadıklarını yazdığı, defteriyle roman içinde karşılaşırız. Bu defter neredeyse romanın kendisini oluşturur. Raif Efendi’nin 1933 tarihinde yazmaya başladığı eser, Raif Efendi’nin babası tarafından sabunculuk ilmini öğrenmesi için Almanya’ya yollanmasıyla başlıyor. Bu ilmi öğrenmeye çalışırken bir resim sergisini de gezen Raif Efendi, bu sergide kürk mantolu bir kadın portresini görür ve etkilenir. Sergiyi bu resimden sonra sürekli ziyaret eden Raif Efendi, bu resmin önünde uzun vakitler geçirir hatta resimdeki kadın yanına geldiğinde bile onu fark etmez. Sonra dışarıda yolları kesişir ve resimdeki sevgi, ete kemiğe bürünür. Resme olan ilgi bana Sevmek Zamanı filmindeki surete âşık olma konusunu hatırlattı. Filmde resim ile resmin kendisi arasında bir fark belirtilmişti romanda bu fark işlenmez.

Romanın sonunda Raif Efendi hakkında sadece aşkıyla var olan, melankolik, fazla etkin olmayan bir karakter tanımı ortaya çıkıyor. Çünkü roman içinde geçen, babasının ölümüne karşı çok da duyarlı olmayan tavrı buna işaret ediyor. Bu ölüm sebebiyle ülkesine dönen Raif Efendi Maria Puder nam-ı diğer Kürk Mantolu Madonna’dan uzak düşmüş olur. Bu uzaklık birkaç mektuplaşmadan sonra daha da artar. Çünkü Maria artık cevap yazmamaktadır.

Yıllar geçer ve artık Raif Efendi evli, çoluk-çocuk sahibi bir aile sahibidir. Sonunda bir gün Almanya’daki pansiyondan tanıdığı, Maria Puder’in de akrabası olan Frau van Tiedemann ile Ankara’da karşılaşır. Tiedamann’ın yanında bir kız çocuğu da vardır. Bu çocuk kimdir?

Raif Efendi bu son sahnede bile yapması gereken şeyi yapmayıp o kız çocuğunun da gözü önünden uzaklaşmasına seyirci kalır. Şu sözler onundur:

“Hayat ancak bir kere oynanan bir kumardır, ben onu kaybettim. İkinci defa oynayamam… Artık benim için eskisinden beter bir hayat başlayacak. Gene makine gibi akşam üzerleri alışveriş edeceğim. Kim ve ne olduklarını merak etmediğim insanlarla görüşüp onların sözlerini dinleyeceğim. Hayatımın başka türlü olmasına imkân var mıydı? Zannetmem.”

Etrafımıza şöyle bir dikkatle baktığımızda hani Sabahattin Ali’nin romanında belirttiği gibi: “İnsanlar birbirlerini tanımanın ne kadar güç olduğunu bildikleri için bu zahmetli işe teşebbüs etmektense, körler gibi rastgele dolaşmayı ve ancak çarpıştıkça birbirlerinin mevcudiyetinden haberdar olmayı tercih ediyorlar.”

Evet, böyle davranmadığımız, böyle yaşamadığımız sürece çevremizde birçok Raif Efendi’nin olduğunu göreceğiz. Raif Efendi’ler haklı mı, hatasız mı? Cemiyet dediğimiz insan ilişkilerinde belki en az haksız olanlarımız Raif Efendi’ler. Ama yine de pes etmemek, her şeye karşın mücadele etmek, Cengiz Aytmatov’un eserinden uyarlanan Selvi Boylum Al Yazmalım filminde geçen “Sevgi emekti.” sözünün gereğini yerine getirmek hiç mi elden gelmez? Çabucak pes etmek kolaylığını tercih etmek yakışır mı?

Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna romanını okuyun ama Raif Efendi gibi olmamaya da dikkat edin. Raif Efendi’nin duygusallığına evet ama çabuk pes etmesine ve çevresi tarafından “etkisiz eleman” olarak görülmesine neden olan davranışlarına hayır diye meseleye bakın.

Aynı zamanda Sabahattin Ali kimdir? 41 yaşına bu kadar güzel ve anlamlı eserler sığdırabilmiş bir yazar neden devrin egemenlerini ürkütmüş ve öldürülmüş? Buna da biz cevap aramayalım mı? İçimizdeki Şeytan ve Kuyucaklı Yusuf romanlarını özellikle Sırça Köşk öyküsünü de okumayalım mı? Markopaşa gazetesini ve devrin tek parti diktasına karşı olan dürüst ve haklı muhalefetini araştırmayalım mı? 25 Kasım 1947’de yayınlanan yazısında şöyle diyordu Sabahattin Ali:

“Meğer ne büyük günah işlemişiz! Kanunla, kanunsuz baskılar altında ezile ezile pestile döndük.

Bugünün itibarlı kişileri gibi, kese doldurmadık, makam peşinde koşmadık. İç ve dış bankalara para yatırmadık, han, apartman sahibi olmak, sağdan soldan vurmak ve milleti kasıp kavurmak emellerine kapılmadık. Bütün kavgamızda kendimiz için hiçbir şey istemedik. Yalnız ve yalnız, bu yurdun bütün yükünü omuzlarında taşıyan milyonlarca insanın derdine derman olacak yolları araştırmak istedik.

Bu ne affedilmez suçmuş meğer! Neredeyse, yoldan geçerken mide uşakları arkamızdan bağıracaklar: ‘Görüyor musunuz şu haini! İlle de namuslu kalmak istiyor ve ahengimizi bozuyor…’

Çalmadan, çırpmadan, bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi?

Namuslu olmak ne zor şeymiş meğer! Bereket, zora katlanmasını bilen bu millet de namuslu.”

Yazarın “ne zor şeymiş meğer” dediği, bugün için de zor değil mi?

Her şeye karşın iyi okumalar…

Yazımda Yararlandığım Kaynaklar:

— Kürk Mantolu Madonna, Sabahattin Ali, Yapı Kredi Yayınları

— Markopaşa Yazıları ve Ötekiler, Sabahattin Ali, Yapı Kredi Yayınları

Yorumlar 1

Yazarın Diğer Yazıları