Şevket ÖZSOY

AKIL NURUNU KALPTEN ALIR

Şevket ÖZSOY

  • 514


“AKIL NURUNU KALPTEN ALIR”

Köşe yazılarımda genellikle gündelik olmayan, herkesin gündemini birebir işgal etmese de, etmesi gerektiğine inandığım ve gerek fert, gerekse toplum hayatımızın düzenlenmesine ve iyileştirilmesine katkıda bulunacağına kanaat getirdiğim, insan merkezli ve kalıcı yazılar yazmaya çalışıyorum. Bunu da mümkün olduğunca Kur’an ve Sünnet’in rehberliğinde ele alıyor, meseleleri bilimsel gelişmelerin ışığında izah etmeye çalışıyorum.

Yukarıdaki (yazı başlığı) söz gerçek bir din alimi olan merhum Mehmet Feyzi Efendi’ye aittir. İnsanın, bazılarının zan ve iddia ettikleri gibi, akıl ve beyin merkezli değil; KALP merkezli bir yapıya sahip olduğunu anlatan ve açıklayan bir söz. Bu ifade Peygamber (a.s.v.) Efendimiz’in, “İnsan vücudunda bir et parçası vardır o düzelirse bütün vücut düzelir, o bozulduğunda  bütün vücut bozulur. İyi bilin ki,  o et parçası KALPTİR.” (Buhârî, Müslim) hadis-i şerifiyle de uyumludur. Yine Kur’ân-ı Hakîm’in bir çok ayetlerinde de insanın, özellikle de manevi yapısının kalp merkezli olduğuna işaret eden ifadeler vardır. Bu ayetlerden de bazı örnekler vermek istiyorum:

“Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, DÜŞÜNECEK KALPLERİ, işitecek kulakları olsun? (Dolaştılar, ama ibret almadılar). Çünkü gerçekte gözler değil, göğüslerdeki kalpler (kalp gözleri) kör olur.” (Hacc 46)

“Onlar Kur'an'ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalplerinin üzerinde kilitleri mi var?” (Muhammed,24)

Görüldüğü gibi kalp ve düşünce o kadar iç içe ve birlikte zikredilmiş ki, bazı alimler akıl ve kalbin aynı olduğunu ya da aklın da kalpte olduğunu iddia etmişlerdir.  İmam-ı Azam Ebu Hanife hazretlerine göre ise, aklın yeri dimağ/beyindir.

Yukarıda zikredilen hadis-i şerifte (zahiri mana itibari ile) kalbin bir et parçası olduğu, dolayısıyla da maddî/biyolojik bedenimizin merkezi olarak ifade edilmiş ve diğer organlarımızın sağlıklı çalışması onun sağlıklı olmasına bağlanmıştır ki, bilimsel olarak da bu böyledir. Bütün organlar kalbe tabidir ve kalbin durmasıyla diğer organların ölümü gerçekleşir. Nitekim kalbin kan pompalamaması halinde beyin ölümü de gerçekleşir.

MANEVÎ/LÂTİF BEDEN

İnsanın maddî bedenine karşılık bir de manevî bedeni/varlığı vardır ki; maddi bedenimizdeki organlarımıza karşılık manevî bedenimizde de LÂTİFELERİMİZ vardır. Ruh başta olmak üzere kalp bir latifedir, akıl bir latifedir, vicdan bir latifedir, sır bir latifedir… Bunlar gözle görülmeyecek kadar ince ve kırılgandırlar, hassastırlar; yani latiftirler ki, o yüzden görülmezler ama hissedilirler… O yüzden “kalbimiz kırılır”, “vicdanımız sızlar”, “aklımız karışır”, “gönlümüz daralır”, “ruhumuz sıkılır”…

İşte önem ve işlev açısından maddî bedendeki kalp ne ise, manevî bedendeki kalp/gönül de odur, o kadar önemlidir. Aynı şekilde beynimizin maddî bedenimizdeki önemi ne ise, manevî açıdan da akıl o kadar değerlidir.

Şimdi ben bu bilgilerin ışığında, siz değerli okuyucularımla kalp ve akıl/beyin ilişkisi üzerine yapılmış ve çok yeni diyebileceğimiz bir araştırmayı paylaşmak istiyorum. Yrd. Doç. Dr. Hasan Doğan’ın kaleme aldığı yazının konuyla ilgili bölümlerini özetleyerek aktarıyorum:

“Bugün modern tıbbın yeni bir alanı olan nörokardiyoloji (kalb-sinir bilimi) alanında çalışmalar yürüten Dr. Armour ve Dr. Ardell; kalbde merkezî sinir sisteminden bağımsız, öğrenme, bilgi işleme, hatırlama ve idrak gibi fonksiyonlarla donatılmış, küçük bir beyin olarak vasıflandırılan bir nöron ağı keşfetmiştir. Beyinden bağımsız en az 40.000 sinir hücresinden meydana gelen, kendine has karmaşık bu sinir sistemi, kalbdeki muhteşem beyin olarak tarif edilmektedir. Kalbde bulunan nöron hücreleri hem beyinle iletişim kurmakta, hem de kalbin faaliyetlerini düzenlemektedir. Böylelikle hem kalbden beyne hem de beyinden kalbe bilgi akışı gerçekleştirilmektedir. Araştırmalar kalbden beyne gönderilen bilgi miktarının beyinden kalbe gönderilenden daha fazla olduğunu ortaya koymuştur…”
“Kalb-beyin ve kalb-diğer vücut sistemleri arasındaki bu iki yönlü iletişim ağı, bilinen en kompleks iletişim ağlarından biridir. Her bir kalb atışı sadece kanı pompalamakla kalmaz; aynı zamanda bütün vücuda kan basıncıyla, nörolojik, hormonal ve elektromanyetik yollarla bilgi gönderir ve ondan aynı yollarla bilgi alır…”
“Ferdin içinde bulunduğu hissi duruma göre kalb; atım hızı değişkenliği yoluyla beyin sapına, amigdalaya ve kortekse gönderdiği bilgilerle beyin dalgalarına ve fonksiyonlarına tesir etmektedir. Bütün bu tespitler, kan pompalamanın yanında, kalbe, bedenin tamamında tesirli uyum ve ritim bütünlüğünü düzenleyici ve yönetici sinyal merkezi olarak da vazife verildiğini göstermektedir. “

Sızıntı dergisinin 2013 Temmuz sayısındaki bu yazıyı okuduğumda “işte şimdi aradığımı buldum” demiştim. Çünkü bir çok kişi ve hatta modern tıp, kalbi sadece kan pompalayan fizyolojik yapısıyla sınırlandırdığı için, anlama ve karar verme merkezi olarak akıl, hislerin kaynağı olarak da beyin ön plana çıkarılmıştır. Bu yanlış bilgi ile Kur’an ve Hadisleri tenkit etmeye yeltenen bir takım aklı evveller de yok değildir. Bu tipler güya kendilerince Kur’an ve Sünnet’in bilimle çeliştiğini ispatlama gayreti içine girseler de, gerçek bilimsel veriler suratlarında bir şamar gibi patlamış ve Kur’an-ı Kerîm’in yanılmaz ve yanıltmaz Allah Kelâmı olduğu, her zaman olduğu gibi bu konuda da yine apaçık ortaya çıkmıştır. Onlar bilmiyorlar ki, “zaman ihtiyarladıkça Kur’an gençleşmektedir.”

“Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, DÜŞÜNECEK KALPLERİ, işitecek kulakları olsun? (Dolaştılar, ama ibret almadılar). Çünkü gerçekte gözler değil, göğüslerdeki kalpler (kalp gözleri) kör olur.” (Hacc, 46)

“Eğitim Üzerine” başlıklı yazımda da ele almış olduğum ve “insan IQ’dan ibaret değildir” alt başlığı ile ifade etmeye çalıştığım; insanın artık sadece zeka testleri (IQ) ile tanınıp değerlendirilemeyeceği, ruhsal ve duygusal zeka türlerinin de artık insanı tanımada ön plana çıktığı değerlendirmelerim de aslında bir bakıma insanın kalp merkezli olduğu gerçeğinden hareketle kaleme alınmış bir yazıydı. Burada şunu ifade etmek isterim ki, bu aklı ve zekayı yok sayan bir görüş değil (zaten olamaz da), kendimizi ve kavramları doğru anlamaya değerlendirmeğe yönelik bir çalışmadır.

Evet gerçekten akıl nurunu, ışığını , sinyallerini kalpten almaktadır. Yeter ki o kalp iman ve  Kur’ân’ın nuruyla nurlanmış, vahyin aydınlık ikliminden nasibini almış olsun; yani “kalb-i selim” olsun. İşte o zaman akla doğru sinyaller gönderecek, onu nurlandıracak ve yolunu da aydınlatacaktır. İşte o zaman akıl doğru işlere kafa yoracak, sahibinin ve insanlığın hayrına işler yapacak, insanlığı katledecek işlere karşı duracaktır.Ama tasdik nurundan mahrum, nefsin gayri meşru arzu ve isteklerine teslim olmuş bir kalbin aydınlatma görevini de yerine getirmesi mümkün değildir. Tıpkı maddi yönden hasta bir kalbin vücuda yeterince kan pompalayamadığı gibi…

O halde bize düşen ne olmalıdır?..

Bir bahçıvanın bahçesini zararlı otlardan, dikenlerden temizlediği gibi kalbimizi önce her türlü zararlı duygu ve düşüncelerden (şirkten, nifaktan, ikiyüzlülükten, kinden, hasedden, fesaddan…) temizlemek ve iman ve Kur’ân’ın nuruyla aydınlatmak ve Ahlâk-ı Muhammediye(a.s.v.) ile bezemektir.

“O gün, ne mal fayda verir, ne de evlat. Ancak Allah’a KALB-İ SELÎM (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde fayda bulur/kurtulur).” (eş-Şuarâ, 88-89)

Yazarın Diğer Yazıları