Şevket ÖZSOY

Naat

Şevket ÖZSOY

  • 886

Seni nasıl öveyim ey alemler Serveri
Nasıl hitap edeyim ey nebîler Nebîsi

Gönderdi Rabb'in seni inse cinne hediye
Lûtf u keremi ile âleme rahmet diye

Ey Seyyidü'l Enbiya (as), ey İmâm'el Harameyn
Ey sebeb-i hidayet ve saadet-i dareyn (1)

Allah ve melekleri salât ü selâm eder (2)
Rabb'in kendi ismiyle seni tesmiye eder (3)

Sen Raüf'sün, sen Rahîm, hem Emîn'sin ey Nebî
Sen de beşersin amma, sana vahyolur belî

İsm-i pâk'in yükselir, göklerde tá arşa dek
İlâhi hitap sana; "ve rafe'anâ leke zikrak(e)" (4)

O sana darılmadı, kızmadı, gücenmedi (5)
Rabb'in Refîk-i Âlâ, seni terk eylemedi (6)

Gönlünü şerh eyledi; hem de göklerden geniş (7)
Yükünü ref eyledi,  her yokuşta bir iniş

Ben seni medhedemem; övüyor Rabb'in seni
Rabbülalemîn ile sohbet eyleyen Nebî

Doksan bin kelâm ile mükâleme eyledin (8)
Mest oldun, hayran oldun yine 'ümmetim' dedin

Dostun Cebrâîl (as) bile, o makamı görmedi
Ne kalem, ne de kelâm, onu vasfedemedi

Sen ki davet edildin, vardın ulu dergâha
Mâşûkuna kavuştun, ol Refîk-i Âlâ'ya

Göz şaşmadı, kaymadı; O'nu gördüğün anda (9)
Kalbin tasdîk eyledi, ne gördüysen orada

Zerratın göz kesildi, hücrelerin rü'yette (10)
Bu nasıl hal-keyfiyyet, vasfedemez hiç kimse

O kadar yaklaştın ki, dostun Rabb-i Kerîm'e
Bir mim-i imkân kaldı, avdet eyledin bize (11)

Yine gördün Cibrîl'i 'Sidretü'l Münteha'da (12)
Ve Rabb'inden ayetler, "indehâ cennetü'l me'vâ" (13)

Nalınların çıkardı, Musa (as) kutsal Tuvâ'da (14)
Sen çıkarma ey Nebî, şenlensin Arş-ı Âlâ!

Turâb-ı kademini, n'ola ki bûs eylesem (15)
Râyihâ-yı gül gibi, terini nûş eylesem (16)

Gül cemâlin dünyada,  görmek değilmiş nasîb
Seni bir kez düşümde, görsem n'olur ey Habîb

Sen Rasül'sün, Sen Nebî, Sen ümmetin Habibî
Şu hasta gönüllerin Sensin ancak Tabîbi

Ben gül bahçende bülbül, bir fakir kul Derûnî
Çağır artık geleyim, yaktı sevdan sînemi!

Acizdir vasfetmekten Seni kalem ve kelam
Gönül ufuklarından binler salât ü selam

Selam olsun Efendim hem ehl-i beyt'inize
Size aşık ve hayran nurlu sahabenize (ra)
(SAV)
                                             Şevket Özsoy/Derûnî

1. Hidayetin ve dünya-ahiret saadetinin sebebi, vesilesi.
2. "Allah ve melekleri, Peygamber'e çok salevât getirirler. Ey müminler! Siz de ona salevât getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin." (Ahzab, 56)
3. Rabb'in, Raûf ve Rahîm gibi kendine ait olan isimlerini senin için de kullanıyor:
"Şanım hakkı için size bir Resul geldi ki; kendinizden, gayet ızzetli, zorlanmanız ona ağır geliyor, üstünüze hırs ile titriyor, müminlere Raûf, Rahîm'dir." (Tevbe, 128)
4. "Senin şânını yükseltmedik mi"(İnşirah, 4)
5. "Rabbin sana veda etmedi ve darılmadı!" (Duhâ, 3)
6. Refîk-i Âlâ: Yüce Dost
7. "Ey Muhammed!) Senin göğsünü açıp genişletmedik mi? Belini büken yükünü üzerinden almadık mı?" (İnşirah, 1, 2, 3)
8. mükâleme: söyleşme
9." Göz ne kaydı, ne de hedefinden şaştı." (Necm, 17)- "Gözün gördüğünü kalp yalanlamadı." (Necm, 11)
10. Mirac'ta Peygamber asv Efendimiz'in bütün zerreleri göz kesildi. Cenâb-ı Hakk'ı bütün zerreleriyle/hücreleriyle gördü. (Mehmet Feyzi Efendi)
11. Rasûlullah asv Rabb'ine o kadar yaklaştı ki, 'Ahmed' neredeyse 'Ehad' olacaktı. Arada bir mim-i imkân kaldı. (M. F. Efendi)
12. Sidretül Müntehâ: Son sınır. Sidretül-Müntehâ', "Allahu Teâlâ'nın zât âlemi demektir ki, buraya ne meleklerin büyükleri, ne de Peygamberlerin büyükleri dâhil olabilir. Nitekim hadis-i şerifte de Hz. Peygambere refakat eden Cebrâil aleyhisselâm da Peygamberimizi buraya kadar götürmüş, buradan ileriye geçmeye izinli olmadığını ifade ederek, bundan sonra Cenâb-ı Hakk'ın daveti sebebiyle Hz. Peygamberin yalnızca gideceğini bildirmiştir. İşte bu yüzden bu terkib "son sınır, son hudud veya sınırın sonu" diye anlaşılmıştır.
"İndehâ cennetü'l me'vâ": -ki onun (sidretü'l müntehâ'nın) yanında cennetü'l me'vâ vardır." (Necm, 15)
14.“Şüphe yok ki, ben senin Rabbinim. Hemen nâlinlerini/ayakkabılarını çıkar. Çünkü sen mukaddes/kutsal vadi Tuvâ'dasın.”  (Tâhâ, 12)
15. bûs:öpme
16. nûş:içme

Yazarın Diğer Yazıları