Şevket ÖZSOY

RAHMAN'IN MİSAFİRLERİ

Şevket ÖZSOY

  • 1045

“RAHMAN’IN MİSAFİRİ”  OLMAK

Önceden hacca gidenler, her hac mevsiminde hasret kokan şu ve benzeri cümleleri hep tekrar edip dururlar.. “Keşke şimdi ben de sizinle gidebilseydim”, “şimdi orada olmak vardı”, “bugün ben de Arafat’ta olsaydım” vb…


Hac gerçekten çok farklı, çok yönlü ve çok özel bir ibadet. İnsana çok yönlü, değişik duygu ve düşünceler yaşatıyor.

Her şeyden önce bu ibadeti yapmak için, farklı bir ülkeye, farklı bir coğrafyaya gidiyorsunuz. Daha o kutsal topraklara varır varmaz, Cenab-ı Hakk’ın seçkin kıldığı o mübarek beldelerin manevî iklimi sizi sarıp sarmalıyor ve sizi kucaklayıp o manevî havayı iliklerinize kadar hissettiriyor adeta… Mekke’ye varıp Mescid-i Haram’ı uzaktan da olsa gördüğünüzde heyecan katsayınız artıyor ve hele hele Kâ’be-i Muazzama’yı gördüğünüzde duygu yoğunluğunuz zirveye çıkıyor, herkes kendince bir şeyler yaşıyor, coşuyor ve zaman zaman da taşıyor oralarda…

O Kâbe-i Şerîf ki, “BEYTULLAH” yani Allah’ın Evi diye anılmış ve anılıyor. Halbuki Allah(C.C.) mekândan münezzehhtir ve ne eve ne de köşke ihtiyacı yoktur. Orasını o kadar kutsal ve mübarek kılmış ki, Kur’ân-ı Kerîm’inde oradan “beytim/evim” diye bahsederek O’nu şereflendirmiş. (Bakara, 125) Demek ki oraya hususî bir tecellîsi var. Orada kıldığınız bir rek’at namaza yüzbin katı sevap veriliyor…

Ve orası yeryüzünde insanlar için yapılan ilk ev/ilk mabed aynı zamanda. Âl-i İmran Sûresi’nde şöyle buyruluyor:

96 –“ Şüphesiz insanlar için kurulan ilk mabed, Mekke'deki çok mübarek ve bütün âlemlere hidayet kaynağı olan Beyt/ev (Kabe)dir.”
97 –“ Onda apaçık deliller, İbrahim'in makamı vardır. Oraya giren güvene erer. Ona bir yol bulabilenlerin Beyt'i haccetmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse, şüphesiz Allah bütün âlemlerden müstağni (kimseye muhtaç değil, her şey ona muhtaç)dir.”

Evet çok mübarek ve bütün alemler için “hidayet kaynağı”. Bu ifade beni hep düşündürmüştür. Kâbe’nin bizzat hidayet kaynağı olması… Ve yine “O’nda apaçık deliller/ayetler” olması… İnsanı Rabb’ine götüren, Allah’a yaklaştıran, yakînini artıran, gönlüne huzur veren deliller, işaret ve beşaretler… Yıllar önce, şimdi Rahmet-i Rahman’a kavuşmuş bir büyüğüm şöyle demişti. “Orada herkes kendince bir şeyler görür ve yaşar.” Gerçekten doğru söylemiş…

Orada sanki başka bir boyuttasınız… Kokusu farklı, havası farklı… Dualarınıza hemen karşılık verildiğini yakînen anlıyor, hissediyorsunuz.

Farklı dilden, farklı renklerden, farklı coğrafyalardan Rabbülâlemîn’in davetine “LEBBEYK/BUYUR ALLAHIM” diyerek koşup gelen insanların tek bir yöne; Kâbe’ye yönelip, TEK ve BİR olan Allah’ı TEKBİR ederek “yalnız ve ancak O’na kulluk etmeleri” gerçekten görülmeye ve yaşanmaya değer manzaralar ortaya çıkarıyor.

Bütün bunları yaşarken, bu toprakların Adem aleyhisselamdan bu yana kutsal olduğunu bilmek, Adem babamız ile Havva anamızın buluştukları yer (Arafat) olduğunu bilmek, İbrahim aleyhisselâmın oğlu İsmail aleyhisselam ile birlikte Kâbe’yi yeniden inşa ederek yükselttiğini bilmek, Hacer Validemiz’in yavrusuna su bulmak için Safâ-Merve arasında koştuğunu bilmek ve Rasulullah aleyhissalât ü vesselam Efendimiz’in Kâbe’nin duvarına (Mültezem) sarılıp uzunca bir süre oradan ayrılmadan dua ettiğini öğrenmek insanın zaman algısını bile değiştirebiliyor bazen.

Sanki bütün çağlar tek bir an ve bütün zaman ve mekanlardaki insanlar tek bir vücut olmuş, sınırsız ve sonsuz mekânda, nurdan bir atmosfer içerisinde Rabb’inin huzurunda duruyor ve O’na hepsi birden ve bir anda kulluğunu arz ediyor; tavaf ediyor, dua ediyor, af diliyor…

Evet Kâ’be’yi, yani Allah’ın Evi’ni tavaf etmek; cezbeye kapılmış gibi etrafında dönmek.. Tıpkı güneşin cazibesine/çekimine kapılarak, bir semazen misali etrafında dönen dünya ve diğer gezegenler gibi.. Tıpkı atomun çekirdeği etrafında dönen elektronlar gibi.. Allah’ın (CC) emrine uyarak, O’nun Beyti’nin etrafında pervaneler gibi dönüp, O’na bağlılığını göstermek..

Orada Adem aleyhisselam ile birlikte Kâbe’yi tavaf ediyor, Hacer Validemizle birlikte Safa-Merve arasında sa’y ediyor, İsmail aleyhisselam ile Zemzem içiyor, içinizdeki kötülükleri ve şeytanı taşlıyor,  Makam-ı İbrahim’de İbrahim aleyhisselamla namaz kılıyor ve sonunda, Kâbe’ye yönelerek, Kâ’be’nin Rabbi’ne O’nunla birlikte aynı duayı yapıyorsunuz: “Rabbenâ tekabbel minnâ, inneke entes’Semi’ ul Alîm/ Ey Rabb’imiz! Bizden (bunu) kabul buyur. Şüphesiz Sen hakkıyla İşitensin, hakkıyla Bilensin” (Bakara,127)

Ve Rasûlullah Efendimiz aleyhissalât ü vesselâma tâbî olup, O’nu takip ederek Hacerül Esved’e selâm verip kayıtlarına geçiyoruz… Burada edilen duaların redd’olunmayacağını müjdelediği Kâbe duvarının (Mültezem) önündeyiz… Duvara sarılıp Beyt-i Şerif’le bütünleşiyoruz adeta… Ve dua ve yana yakıla yakarış, af dileme… Rabb’im boş çevirmez inşallah.

RAHMAN’IN MİSAFİRLERİ

Hac ve umre yapanlar “duyufurrahman”dırlar. Yani Rahman’ın Misafirleri. O’nun davetine uyarak, O’nun Evini ziyarete geldiler çünkü… Misafire ikram etmemek olur mu? Ev sahibine yakışır mı? Hele bu ev sahibi Cenab-ı Rabbülalemîn ise…

Hacılar orada bütün Müslümanların temsilcileridirler. Bu temsil görevini en iyi şekilde yerine getirmek için orada bütün Müslümanlar için, sıkıntı ve zulümlerden kurtulmak için yana yakıla dualar etmeli ve aynı zamanda herkes kendi seviyesine göre ümmetin kurtuluşu için istişarelerde bulunmalıdır.

Ve ARAFAT… Buluşma tanışma yeri. Haccın olmazsa olmazı. “Hac Arafattır” buyuruyor Rasulullah Efendimiz (A.S.V.). Milyonlar aynı anda, beyaz ihramlarına bürünmüş bir vaziyette Rabb’lerinin huzurundalar… “Elestü bi Rabbiküm/Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” ilâhî hitabına yeniden “Belâ/Evet” diyerek Rab’lerine verdikleri sözde sadık ve sabit olduklarını ilân ediyorlar adeta.

Ve Arafat… Mahşer yerini andıran bir kalabalık… Kefenleriyle kalkıp Rab’lerinin huzurunda hesap veriyormuşcasına bir manzara… Yalvarıyorsunuz, af diliyorsunuz… Pişmansınız yaptığınız hata ve kusurlardan…Tevbe ediyorsunuz işlediğiniz günahlardan… Adem ile Havva gibi, yalvarıp yakarıyorsunuz.. Pişmanlıkla ve Umutla… Ve sağnak sağnak boşalan gözyaşları… RAHMET misali…

Arafattan MÜZDELİFE’ye geçiyor ve orada da Rabb’imizi anıyor, O’na dua ediyoruz.
“...Arafattan sel gibi taşarak döndüğünüzde Meş'ari'l-Haram yanında(Müzdelife), Allah'ı zikredin. O'nu, size doğrusunu öğrettiği gibi zikredin…” (Bakara-198)

NURLU ŞEHİR

Medine’desiniz… Nurlar aleminde… NEBÎ’nin((A.S.V.) huzurundasınız… Essalât ü vesSelâm ü aleyke ya Rasûlallah … Essalât ü vesSelâm ü aleyke ya HABİBALLAH… Essalât ü vesSelâm ü aleyke ya Seyyiden evvelîne vel ahirîn…

“Hac edip kabrimi ziyaret eden, beni diri iken ziyaret etmiş gibi olur. ” müjdesine nail oldunuz inşallah…

Ve inanıyorsunuz ki, O’nun(ASV) huzuruna vardığınızda, hatta uzaktan bile kendisine  salât ü
Selâm gönderdiğinizde, O(AS) sizi görüyor ve duyuyor… Siz de bu inanç ile O’nu (ASV) görüyormuşcasına edep ve huşu içerisinde O’nu (ASV) selâmlıyor, Sahabe (R.anhüm) misâli huzurunda durarak ve sanki O’nu (AS) dinleyerek, her dediğine “semi’nâ ve ete’anâ ya Rasûlallah(as)/ işittik ve itaat ettik ya Rasûlallah(asv)” diyor ve O’na(as) olan biatınızı ve bağlılığınızı yeniliyorsunuz  bir kere daha…

Ve yine bizlere “emanet” olarak bıraktığı Ehl-i Beytini (ra), “gökteki yıldızlar gibidir” buyurduğu sevgili Ashabını (ra) ve hususan, iki yanına aldığı Hz. Ebubekir (ra) ve Hz. Ömer (ra) Efendilerimizi ayrı ayrı selâmlıyor, aynı zamanda olmasa bile, Onlarala aynı mekânda bulunmanın hazzını yaşıyorsunuz…

Bütün bunları yaparken sizi uğurlayan Allah(CC) ve Peygamber (AS) aşıklarının size ısmarladıkları SELAMLARI da arz etmeği unutmuyorsunuz tabî ki…

Ve “bire bin verilen” Mescid-i Nebevî’de 40 vakit namazı tamamlamaya çalışıyorsunuz. Az uyuyup çok ibadet etmeye gayret ediyorsunuz… Biraz izdiham olsa da, illâ da “Cennet Bahçesi”nde (yeşil halı) namaz kılmaya gayret ediyorsunuz.  “Evim ile minberimin arası, cennet bahçelerinden bir bahçedir.”(Hadis)

Ve dua ediyorsunuz Allah’a(CC), Efendimiz aleyhissalât ü vesselâm’dan da şefaat isteyerek… Kendiniz için, ana-babanız için, aileniz, yakınlarınız, dostlarınız için.. ve Âlem-i İslâmiyet ve insaniyet için…

Bu mübarek mekânlar ve zamanlar, inananlar için manevi enerji ve şarz kaynağı gibidir. Bu merkezlerde ruhen ve kalben şarz olan ve dolan müminler, bütün ömürlerini bu manevî enerjinin aydınlığında geçirmeye çalışmalı, çevrelerini bu nurla aydınlatmalı ve bembeyaz ihramlarına leke sürmemeye azamî gayret göstermelidirler.

HACCINIZ MEBRÛR VE MAKBÛL OLSUN İNŞAALLAH, EY RAHMAN’IN MİSAFİRLERİ … Dualarınıza bizi de katıverin…

BU VESİLE İLE TÜM İSLÂM ALEMİNİN MÜBAREK KURBAN BAYRAMINI KUTLAR, HAYIRLARA VE KUTULUŞA VESİLE OLMASINI CENAB-I MEVLÂ’DAN NİYAZ EDERİM…

Yazarın Diğer Yazıları