“Sakın beni bırakma” diye ağlamaklı bir sesle söyleniyordu genç kız. “Size güveniyorum, yalvarırım biraz daha kalayım.”
Henüz tanışalı bir iki gün olmasına rağmen, iyi bir dost olmuştuk. Tıka basa dolu bir otobüste tanışmıştık. İsmi Bahardı. Bu koca kente geleli üç ay olduğunu, uzaklarda bir gecekondu da oturduğunu, buralarda bir köylüsü olduğunu söylemişti. O gün yine tesadüf karşılaşmış, bir çay bahçesinde birlikte oturmuştuk.
“Hemen gitme” diyordu sık sık konuşurken. “Yalnız kalınca canım çok sıkılıyor, evde oturamıyorum, babam eve geç geliyor, annemle aramız pekiyi değil. Evde tek başına kaldığımda divana sırt üstü yatıyor, tavandaki lamba ışığında toplanan sinekleri gözlüyorum. Buralara gezmeye gelirken söylemiyorum”
“Annenle konuşmalısın”, dedim. “İnsanlar annelerine daha bir yakın olurlar. Mesala ben, sevdiğim kızı ilk önce anneme söyleyebilmiştim.”
“Sen öyle san” dedi. “Oysa ben, babama annemden çok daha yakınım biliyor musun? Bizler köyden göçüp geldik buraya. Oturduğum yer bir gece kondu bölgesi. Bu yüzden arkadaşım yok, kimseye güvenemiyorum, yabancıyım, insanlar bana yabancı. Evimde bile yalnız hissediyorum kendimi, yalnızlık dolu boş odalarda kalmak istemiyorum.”
“Odanın duvarlarını resimlerle, fotoğraflarla süslesene,” dedim. “Belki biraz yalnızlığın ufalanır.”
Alaylı bir şekilde güldü. Kendinden emin bir şekilde;
“Yok”, dedi. “Yanılıyorsun sen. Bilmiyorsun sanırım, insanın yüreği acı doluyken, duvardaki resimler ne yapar? Acı varsa gözlerinde, hasret varsa yüreğinde, sen bir yerlere gitmiş, sevdiğin bir yerlerde kalmışsa güneşin aydınlığı ne yapsın. Silip atamazsın acılarını. Silip atamazsın, yok edemezsin yalnızlığını.”
Kırsal bölgelerin kentsel bölgelere taşınması, ekmek kavgasının köylerden kente doğru akması, hızlı bir göçün yaşanması, kimi yaşamları tamamen değiştirmiş, kimi yaşamları yok etmişti. Büyük şehirlerde bozuk ve çarpık gelişmelere yol açan göç her zaman sürekli olmuştu. Bunun sonucunda apartman ve gecekondu diye yaşamlar ikiye ayrılmıştı. Köylerden büyük kente göçlerde eski yaşamlarla birlikte göç edilmiş, bu yüzden yaşam tarzları değişmemişti. Köylerde yaşayan insanlarımız hangi bölgede olursa olsunlar, büyük kentin dışında ucuz bir arsa yada boş bir arazi bulup, orada basitçe tek gözlü, derme çatma bir ev yapmış, daha sonra diğer tanıdıklarını etrafında toplamıştı. Bulundukları toprak parçası devletin malı olmuş olsa da, bir kere oraya ev yaptılar mı artık orayı kendi malları gibi görmeye başlamışlardır. Boş alanların çok geçmeden dört bir yanı evlerle dolup taşmakta bir de cami diktikleri görülmüştür. Çok geçmeden her yer çevre dolmuş, küçük bir kasabaya benzemiştir. Ellerine para geçer geçmez altlarına ya araba çekerler yada evlerinin üstüne bir kat daha çıkarlar. Birçoğunun ortak gelecek düşü, evlerinin üstüne bir kata daha çıkabilmektir. Kentlerin en içlerinde yaşayanların evleri gecekondulara göre oldukça farklıdır. Apartman daireleri birden fazla odalı, mutfağı, banyosu fayans döşemeli, modern görünümlü olmuş olsa da, insan ilişkileri o kadar da mükemmel değil hatta daha da zayıftır. Konuşmadan bekleşirler otobüs duraklarında, sigara izmaritlerini yerlere atıp, yerlere tükürürler. Temiz içme suyu, trafik, hava kirliliği, çöpler ortak sorunlardır.