Dyt. Güner ERBAY

Altın

Dyt. Güner ERBAY

  • 661

Gümüş ve bakırdan sonra elektrik iletkenliği en yüksek metaldir. Kolayca kimyasal tepkimeye girmez. Asitlere karşı dayanıklıdır, çok kararlıdır, havadan ve sudan etkilenmez, paslanmaz, kararmaz ve matlaşmaz.

Herkesin bildiği değerli madenlerin en şöhretli olanı! İletkenlikte gümüş ve bakır onu sollasa da o oksitlenmeyen özelliği ile onlara fark atar. Böylece onunla boy ölçüşebilmek mümkün olmaz. Üstelik kızılötesi ışınların yüzde doksan sekizini yansıtır. Bu özelliği ile uzay teknolojisinde kullanılır. Tüm bunları değerlendiren insan canlısı doğru durur mu? Evrenle bir bağ kurmak amacıyla, kendi vücudunda onun iletkenliğini kullanmayı denemez mi? İletimde böylesine hünerli bir maddeyi sinirsel fonksiyonlar için kullanmak insana hangi kapıları açar acaba demez mi? Der mutlaka! Fakat nasıl yapılabilir, işte en büyük problem bu, çünkü altın insan vücudu için gerekli iz elementlerden değildir. En azından tıbbın bildiği kadarıyla böyle diyelim. Üstelik de o, ağır metallerdendir, yani vücut için sağlık bozucudur. Son yıllarda yemeklerin üstüne dökülen altın tozu bu maksatla olabilir mi? Şu an, bu niyetle değil de gösteriş için kullanılması; evvelki zamanlarda böyle bir amacın güdülmediğini ispatlayamaz elbette.

Yüzyıllarca simyacılar değişik maddeleri, madenleri, altına çevirebilmeyi denediyse de şimdiye değin bunu başarabilen olmadı. Elimizdeki telefonların içinde bile altın var. İletkenlikte üstüne yoksa, en üst iletişim aracımız telefonda yer alması beklenilebilecek bir durum mutlaka. Türkiye altın rezervi açısından iyi durumdaymış; aman bir yerler duymasın diyecekken, çoktaaan duydukları malum nasılsa! Üstelik bor madeninde de zenginiz. Deterjan üretimi dışında teknolojik olarak işlemeye de başladık diye biliyorum. Lityum pillerinin üretiminde kullanılıyor. Bu maden uzay teknolojisinde, bilgisayar ve elektronik aletlerde, nükleer enerjide, araba ve hızlı trenlerde   kullanılıyor. Benim borla tanışmam on bir yaş civarındayken Eskişehir Kırka'da oldu. Ortaokul ikinci sınıfı burada okudum ve bu yerle ilgili pek çok güzel anı var hafızamda. Bisiklete binmeyi burada öğrenmiş, kullanırken ki uçma hissini de ilk burada tatmıştım. Evimizin önündeki hercai menekşelere ve akasya ağaçlarının yapraklarına, bir ucunda ağırlık olan ipler bağlayıp, burada havuza atmıştık. Hem menekşeler hem de akasya yapraklarının havuzun dibinde gümüşi bir hal alıp parıl parıl parladıklarını burada keşfetmiştik. Orman İşletme lojmanlarının bahçelerinde genellikle bir havuz olur, hatta yaz mevsiminde bazen bu havuzun içine girdiğimizde olurdu. İnsan canlısının suya girme isteği meşhur olduğu için çocuklar havuza girmeye bayılır nedense demeyeceğim. Bor madenini işleyen Etibank tesislerinin Kırka'ya uzaklığı ortalama iki kilometreydi.. Biz Kırka'ya gittiğimizde elektrik yoktu, bir yıl sonra ayrılmamıza yakın geldi fakat Etibank tesislerinde elektrik hep vardı. İçine köz kömür koyularak kullanılan demir ütüyle ütü yapmam da ilk burada oldu. Bu ütünün yaptığı ütüyü şimdiki hiç bir ütünün yapamadığını bu nedenle bilebiliyorum... Kırka'yı harika koyun peynirleri ile hatırlıyorum, bir de santral memurunun eşinin yaptığı müthiş haşhaşlı pideleri, tabi birde yediğim koyun yoğurtlarını. Ben ezelden yoğurtçuyumdur. Kendimi bildim bileli evdeki yoğurtları bitirerek anneme sürpriz yapardım. Buranın koyun yoğurtları ise enfesti fakat tek enfes olan süt ve ürünleri değildi. Buğdayları da çok güzeldi, haliyle ekmekleri de öyle. Hala aynı buğdaylar var mıdır; kalmış mıdır acaba o tohumlar bu güne? Son yıllarda ata tohumları için tohum bankasının kurulduğunu geçen gün TRT belgeseldeki bir programda görmemle acele acele mutlandım hemen! Koyunların sütü haricinde yünleri ile yapılan kilimleri de meşhurdur Kırka'nın. Kök boyalarla boyadıkları yün iplerden yaptıkları kilimler iki çeşitti; koyu renkli olana zili ve daha açık renkli olana ak namazlığı denirdi. Bor madeninin ne işe yaradığını, o zamanlar bildiğimiz yoktu fakat şimdi önemini anladık. Umarım artık çok ucuz fiyatlarla hammadde olarak ihraç etmekten vazgeçip teknolojide kullanmak üzere bu madeni işlemeye başlarız.

Altına dönersek; bu maddeyi insan vücudunun kullanabilmesi için altını değişik işlemlerden geçirerek manna diye bir madde yapıyorlar. Mannayı kullananlarda üçüncü göz açılıyormuş ve insan normalde algılayamadığı pek çok durumları algılar hale geliyormuş. Üçüncü gözün organı epifiz. Manna denen oluşum epifizin kapalı olan kapılarını nadilere açıyor. Nadilerde elbette otomatik olarak Pranaya ulaşıyor. İnsanın tüm evrenle iletişim kurabilmesi mümkün oluyor. Kim bulmuş bu yöntemi? Tabi ki Mısırlılar, yani firavunlar ve tebası. Bizim dinimizde tüm bunlar yasaklanmış olduğu gibi sağlık açısından da risk teşkil eden böyle şeylere tevessül edilmemelidir. Evrenle temas kurmak mümkün olunca, bunun büyüsel olarak kullanımı gündeme gelmiş. Bütün büyü ritüellerin de kökü Mısır'a dayanır. Hatta İslamiyet'te kullanılan cifir ve havas ilmi de bunlardandır. Tüm bunlar dinimizde yasaklanmış ve en büyük günah şirk olarak görülmüştür fakat bilgi olarak bilmek, gardını almak ve karşı durabilmek için gerekebilir. Çünkü bilinmezle savaşılamaz; savaşılsa da, savaşılmazsa da yenilgiyi ve sonucunda esareti getirir insana!

Yazarın Diğer Yazıları