Sihir doğa üstü varlıklar veya yöntemlerle doğayı etkileme olarak açıklanıyor. Sihir olarak gördüğümüz pek çok oluşumun bilimsel açıklamalarına biraz araştırınca ulaşabiliriz. Benim için doğanın sihirli görselleri doğada bulunan her şey olabiliyor. Elbette en başta gelenleri de gün doğumu tan vakti, gün batımı grup vakti, gökkuşakları ve de auroralardır.
Güner'in sözlüğünde gökkuşağının eş anlamlısı suyun ışığı. Evet ona suyun ışığı diyorum ben... Bugün su ile ilgili bir şeyler yazayım istedim. Hem beslenmeci yanımda, hem ruh ruh diye tutturan tarafımda yer alan bu maddeyle, senelerdir fazla içli dışlıyım. Kuşkusuz hepimiz çok içli dışlıyızdır onunla. Su hayattır; hayat onunla başlar ve insanlığın uzaya gönderdiği araçlar, bir gezegende hayat var mı diye, ilk olarak suya bakar!
Hepimizin bildiğimiz gibi, iki hidrojen bir oksijen atomunun birleşmesi suyu oluşturuyor fakat burada bir sır var! Allahın hikmeti! Hidrojen güneşin yakıtı olan yanıcı bir gaz, oksijense yakıcı. Hepimiz ateşin hava ile teması kesilince söndüğünü biliriz; oksijen yokluğunda ateş de yoklaşır, yanmaya devam edemez. Tuhaf olan durum bundan sonra başlıyor. Mucize gibi bir olay vuku buluyor; yanıcı ve yakıcının birleşmesi söndürücüyü ortaya çıkarıyor ve su oluşuyor! İşte söndürücü olduğu için, hem dıştan uygulamalarla, hem de içip bünyeye dahil ederek, içten uygulamayla, vücut, sıcaklığını onunla kontrol altında tutabiliyor. Bu nedenle yaz mevsiminde bizlere sürekli bol su içmemiz söyleniyor çünki vücutta su azsa sıcak çarpmalarına daha mukavemetsiz oluyoruz.
Suyu anlatmak bir yazıya sığamaz elbette. O bir kitap konusu. Günlük yaşamda kolaylıkla katısını yani buzunu, gazını yani su buharını, sıvısını yani su halini görebiliriz. Bunların yanında bir de buzun yayılıp genişlemiş hali olan, kar formunu biliriz. Genişlemiş, genişlerken minik parçalara ayrılmış, püf püf olmuş bir form bu. Her bir tanesinin farklı şekilde olduğu muazzam bir oluşum.
Su buharına vuran güneş ışığı ile oluşan gökkuşağına suyun ışığı demem bilimsel olarak baktığımızda, pek de doğru değil. Su bizzat kendisi bir ışık oluşturmuyor çünkü. Işığın belli açıda su buharından geçerken oluşturduğu bir renk kuşağı o. Belki su ışığı demek daha doğru. Yine de hoşuma gidiyor bulduğum isim. Afilli geliyor, janjanlı, parıltılı bir isim! Parıltı iyidir, insana perileri hatırlatır. Peri anımsamaları ise olumlu bir güç oluşturur, iyimserlik getirir ruha. Onlar, ellerinde minik değneklerle iyilikler yapan güzel kadınlar olarak sembolleşmiştir zihnimizde. İlk önce külkedisi masalını, sonrasında da Peter Pan'ı hatırlatır. Peter Pan'daki biraz kaprisli ve kıskanç minik peri Tinker Bell pek sevimlidir. Su ışığını Adana'da görüp fark ettim. Seyhan Barajı'na her gittiğimde, hep aynı yerde aynı şekilde onu görmek, su ışığı olduğunu fark etmeme sebep oldu. Baraj kapaklarından salıverilen su büyük bir taşa çarpıyor, su minik parçalara bölünerek havaya karışıyor ve tam da bu noktada yedi renkli kuşak görünüyordu. Bu kuşakta işte doğanın bir sihiri. Kısa bir süre görünüp kaybolsa da yaşamımıza iyilikler, güzellikler getiren bir oluşum. Hepimiz çok severiz onu. Görmek mutlu eder ruhumuzu. Şans getirdiğine inanırız. İyiye yorarız varlığını. Gökkuşağı açısından şanslı evlerde oturmak nasibimdeymiş. Safranbolu'daki evimin önünde yer alan kanyon boşluğu, burada sık sık gökkuşağı oluşturur. Kuşadası'ndaki evde ise, her sabah belli saatlerde balkona vuran güneş ışıkları, balkon camından geçerken, mutfağın içine doğru gönderiyor renk kuşağını. Haliyle samimi olduk onunla. Selamlaşırım her sabah kendisiyle, gidene değin bir sohbet bir muhabbet gider aramızda. Işığın yedi rengi, dünyanın doğa harikalarından birisi; onunla konuşmak, evinde ağırlamak kolay iş değil. Kendisine söyledim bendeki ismini, biliyor epeydir fakat bu yazıyla oluşan minik değişiklikten henüz haberi yok. İlk buluşmada söylerim kendisine isminin, su ışığı olduğunu.
Renkler ne kadar muhteşem yapıyor dünyamızı, içlerinden herhangi biri olmasaydı nasıl olurdu bu yeryüzü düşünebiliyor muyuz!... Nasıl olurdu bu dünyadaki yaşam, tasavvur edebilir miyiz?!!! Dünya üstünde var olan her şeyin kıymetini bilerek kullanmak ve korumak insana düşen asli görevlerden birisidir. Bu görevi ne denli yapabildiğimiz dünyamızın geldiği bugünkü durumundan belli oluyor zaten. İnsan diğer canlılar arasında hoyratlığı, değer bilmezliği ve de nankörlüğe ile ün yaptı kendisine. Tüm hayvanlara, bitkilere, dağa, taşa, toprağa, suya ve de ışığa... Işığın dalga boylarıdır renkler. Işığın frekansları da diyebiliriz onlara.
Biz beslenmeciler sürekli renkli beslenmeyi tavsiye ederiz çünkü her bir renk vücut için ayrı bir panzehir ihtivasıdır. Aynı şekilde hayatımızın her alanında yer vermediğimiz, dışladığımız her bir renk de ruhumuzu panzehirsiz bırakır. Günbegün toksinlenir, yaşam enerjimizi yavaş yavaş kaybederiz. Ruhun lambasının ışığını kısarız aslında. Göz ışıkla görür, az ışıkta daha az görür. Az gören de haliyle az gördüğü oranda, az bilir. Ruhun gözünün ışığını azaltmak, evrenin bir parçası olan insan ruhunun evrenin ruhu ile bütünleşmesini bloke eder. Neşemiz gider attaya ve bizler bu gidişin belki nedenini bile anlayamayız. Ruhun coşkusu uçup yoklaşır benliğimizde, çünkü renkler hem bedeni hem de ruhu besler. Renklerin; insan yaşamındaki kullanımını gösteren öğretilerin varlığı, ne derece önemli olduklarının bir ispatı olsa gerek diyerek yazımı sonlandırmak istiyorum.
Sevgilerimle