Selahattin DEMİREL

Balkonda kim var?

Selahattin DEMİREL

  • 3347

Yazıya başlamadan önce gündemde olan ya da kıyıda köşede duran haberlere bakarım. İlgimi çekenleri yazıma dâhil ederim.

Dikkat ettim, yazılarıma epeydir haber ekleyerek yorum yapmıyorum. Bundan çekiniyor muyum, hayır!

Gündemi belirleyen onca asık suratlı gelişmeden bahsedip okurları bunaltmaktan endişeleniyorum açıkçası.

* * *

Bakımsız bahçeli evlerden, eşini Hakk’a uğurladıktan sonra iyice kendini boşlayan derbederlerden, o eski dürüst sevgilerin yaşanmayışından bahsetmek bile bu kadar zor olmuyordu yazı işçisi için.

Bunlara aldırış etmeyip güzel yerleri gezenleri, kıvamında demlenmiş çayın peşinden gidenleri, kitap sayfaları arasında mutlu olanları görünce de imrenmemek elde değil.

* * *

İnsanların birbirine korkulu baktığı şu günlerde mesafeli iletişim yaygınlaşırken en yakınlarına bile “Beni anlamıyorsunuz!” çıkışları yapanlar var mıdır acaba?

O başka, bu başka, diyeceksiniz herhâlde. İlan edilen sonbaharın içinde hayatı eve zar zor sığdırmaya çalışsak da tüm efkârıyla kendini balkonda bulup türlü düşüncelere dalanlar da olacaktır.

Bu gibiler o sırada ev halkından kendini bir parça uzak tutup hava almayı ümit edecektir belki. Balkonu olmayanlar ya da PVC doğramayla kapalı olanlar… Onlar ne yapacaktır?

Peki, evde tek olanların balkona çıkıp düşünme ihtimali yok mudur? Büyük şehirlerle kasabaların balkonları ve bu balkonlara çıkış sebepleri üzerinde pek durmamıştır araştırmacılarımız.

Dumansız hava sahası için balkona çıkışlar da günden güne artmaktadır. Peki, sigaranın külü ve izmariti sokaklara mı atılmaktadır?

* * *

Hassas zamanlardan geçerken bu gibi konular üzerine düşünülecek değil tabii! Daha mühim meselelerimiz var ve hâlen çözüm beklemekte.

Yine de bir gün bahsettiğimiz balkon konusu üzerinde durulur ve bir de üzerine “balkon konuşması” kavramı eklenirse Oğuz Atay’ın Tehlikeli Oyunlar romanıyla bağlanabilir.

Nasıl mı? Romanın başkarakteri Hikmet Benol’un hem yazıp yaşadığı hem de yaşayıp yazdığı oyunlarla teselli bulmaya çalışışı, komşusu Hüsamettin albayın balkonunda son bulacaktır.

Elbette koca romanı birkaç cümleyle ifade etmek mümkün değildir, lakin balkon deyince de hatıra gelmemesi mümkün değildir.

* * *

Eylül başladığında biraz daha ümitlenmiştik. İyimserliğimiz için eylülden de bir şeyler bulmayı istemiştik belki de.

Ne olduğunu anlamadan 3 haftasını harcayıverdik işte. Yurttan ve dünyadan aldığımız haberler, hem ümitli hâlimizi hem de iyimserlik nedenlerimizi sarsmaya başladı, şimdi rotayı ekime çevirdik.

Ne biriken borçlar ne kaybedilen işler ne de içinde bulunduğumuz süreç bizi üzmüyor da artık çok eskide kalmış gibi görünen günlere kavuşmak… İşte bunun ne zaman olacağını TV’lerin vazgeçilmezi uzmanlar dahi pek bilmiyor.

Tedirgin düşünüp söylemeye dilimizin varmadığı mesele budur. Sıcak şehirlerin rüzgâr alan balkonlarında gece vakti dalıp gidiyorsa bakışlarımız, o da bundandır.

Önümüzdeki günler için yine umut ekmemiz gerekecek. Sonbaharın resmiyet kazandığı şu sıra Ekim ayına bu yanıyla da bakabiliriz. Şimdi pek çok Anadolu köyünde çiftçiler dört gözle yağmur bekliyor.

Rahmet yağsın ki toprak yumuşasın, tarla kolay sürülsün. Sonra da ekim ayının namıyla ürünler ekilsin.

* * *

Ekimin eski adı Teşrinievvel. İlkteşrin olarak da söylenmiş. 1945 yılında “Bazı ay adlarının değiştirilmesi hakkında” çıkarılan kanunla adını almış.

İsmi değiştirilen ayların arasında Kasım (Teşrinisani), Aralık (Kanunuevvel) ve Ocak (Kanunusani) ayları da yer almış.

Bu ayların ismi değiştirilmeseydi kalkınma hızımız, büyüme rakamlarımız ne olurdu ve muasır medeniyetler seviyesini yakalama hızımızda ne gibi değişiklikler meydana gelirdi? İşte bununla da ilgili bir tespit yapmak kolay görünmüyor.

Güne ve geleceğe umutla bakmakla ilgili, hâlihazırda bir kanun maddesi bulunmuyor. Bunun yolu gayreti de eksik etmemekte gizli.

* * *

Bir arabesk şarkıda “Söylemesi kolay, bir de bana sor” diyor. Ne yapalım yani, bir şey de mi konuşmayalım?

Fuzuli, “Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil.” derken bu duruma işaret etmiş olacak!

Şimdi gönlün rızasına pek aldırış edilmiyor ve her şey çok hızlı tüketiliyor. Gönüllerdeki harap oluş, bundan mıdır acep?

Konu hakkında danışabileceğimiz uzmanların hiçbiri makamında bulunmuyor, odalar kilitli. Üstelik kapılarda bir not bile bulunmuyor. Ayaküstü rastlananlarsa çok işi olduğunu söylüyor.

* * *

Eylül de gidiyor işte. Her şeye karşın umudu yeşertmenin yolunu ekimde de bulamazsak vay bize!

Yönetenler, sorumluluğunun bilincinde; yönetilenler de bugünden emin, yarından umutluysa değmeyin keyfimize!

* * *

Ehliyet bilgilerinin çipli kimlik kartlarına yüklenmesi haberi de mi sevindirmeyecektir bizi? Bu yüklemenin yılın kalan üç ayındaki trafik kazalarını etkileme oranı kaçta kaçtır peki?

Her ne kadar maaşımızı onunla almasak da doların alıp başını gittiği, geçimin gittikçe zorlaştığı bir ortamda balkondan girip ehliyetlerin yüklendiği çipli kimliklerden çıksak da yine de bir şeyleri kolay değiştiremeyeceğiz galiba!

Neyleyelim, belki felek bir gün bize de yâr olur!

* * *

Sabahattin Ali’den:

“Ey sevgilim, bilirsin benim ne çektiğimi:
Garip başımın derdi bir yürek taşıyorum.
Anlarsın niçin uzak yerlere baktığımı:
İçinde yaşanmaz bir dünyada yaşıyorum.
Görünce gülme sakın çırpınıp aktığımı:
Ilık ve aydınlık bir denize koşuyorum…”

Yorumlar 1
Naye ozcan 26 Eylül 2020 12:02

Yüreğinize sağlık... güncel olaylarla duygu dünyası birleşip güzel bir anlatım olmuş... zevkle okudum...

Yazarın Diğer Yazıları