Selahattin DEMİREL

Gece çalan telefon!

Selahattin DEMİREL

  • 1803

Geride kalan bayram havası, yerini “Acaba salgında yayılma oldu mu?” sorusuna bıraktı. Şehir değiştirmelerin çokça olduğu bir ortamda 14 gün kuralını hatırlayan da pek olmadı.

“Plajlarda korkutan görüntü” haberini “Şile’de tıka basa yolculuk” izledi ve “Bodrum’a akın” başlığıyla da pek çok kişinin kurban kesmek için Bodrum’a gittiğinin haberini aldık! Bodrum’da turizmin yanında hayvancılığın da geliştiğini görerek sevindik böylece!

Her şeye karşın bayram ziyaretlerini yapanlar da oldu. Ziyaret listesinde fazlaca eleme yapıp maske ve mesafe kontrolüne dikkat edenlerin yanında bunu iplemeyenleri de fark ettik.

Bense bayramda derviş selamımı daha da yoğunlaştırdım ve bunun çok fiyakalı olduğunu düşünmeye başladım.

Elini, kalbine götürmek suretiyle büyük-küçük demeden kimseyle ne tokalaşıyor ne de sarılıyorsun. Her bayram asla harçlık vermemesine karşın elini, gözünüze sokarak öptürmeye çalışan kıymetli büyüklerimize de ciddi bir mesaj vermiş oluyorsun, fena mı?

Salgının yayılma hızının bayram tatilinde hızlanıp hızlanmadığının ileriki günlerde belli olacağını söylüyor uzmanlar ve uyarıyor “Dikkat!” diye!

Çoğu insanımızsa zihinleri allak bullak eden bir virüsü düşünmemeye çalışarak mutlu oluyor!

Dikkatli olmakla hepten kapıp koyuvermek arasında gidip gelenlerse şaşkınlığına devam ediyor ve o sırada bir telefon çalıyor. Acaba kim arıyor?

Siz de Arandınız mı?

Bayramın son 2 günü +370’le başlayan iki farklı numaradan çok kısa çağrılar aldım telefonuma. Hatta sonuncusu, gecenin 2’sindeydi.

Telefon numarası, Litvanya’ya aitti. Yazılarım bu ülkede de okunuyor, çeşitli gazete ve yayınevlerinden mi aranıyordum yoksa?

İnternette araştırdığımda, özellikle bayram boyunca bu çağrıların ülkemizdeki cep numaralarına düştüğünü görüyordum. Hatta işi gırgıra alıp “O ne ki? Beni Solomon Adaları’ndan aradılar!” diyen insanlarımız da bulunuyordu.

Bu bir dolandırıcılık işiydi ve numara, geri arandığında kontörler tükeniyor, fatura kabarıyordu. Neyse ki böyle bir delilik yapmamıştım.

Gecenin 2’sinde gelen son çağrının yanında Prienai yazıyordu. Burası Litvanya’nın 10 bin nüfuslu bir şehriydi. Prienai’den gelen çağrıdaki ayrıntı, aslında her şeyi açıklıyordu. “Şehrin isminin sonundaki harflere dikkat etmeden enayilik edip çağrıya dönerseniz gününüzü görürsünüz!” deniyordu sanki!

Eskiden gece saatlerinde ev telefonlarını arayan yerli sapıklarımız vardı. Telefondan bir kadın sesi gelirse ısrarcı olur, numaraya dadanırdı. Cep telefonlarının yaygınlaşmasıyla mobile terfi eden bu sapıklar şimdi daha çok sosyal medyada faaliyetlerine devam ediyorlar.

Litvanya kodlu numara bunları düşündürürken bayramda bir tebrik mesajı bile yazmayanları da hatırlıyordu insan! Toplu mesaj gönderenler bile bir girişimde bulunurken bu insanlar dünya telaşına kapılarak kendilerinden başka kimseyi düşünmüyordu sanki!

Mutluluk tespiti ve Tanzanyalı madenci!

Artık geride kalmış bir bayram için konuşması çok kolay olduğu için düşüncelerimize bir ara verelim. Yola çıkanlar, dönenler, dönemeyenler, sosyal mesafe, maske derken esas bayramı yaşamayı unutmadık inşallah!

İşe yetişmek için sabahın erken saatinde güne başlayan bir büyük şehir insanı, hiç ummadığı bir anda kendiyle baş başa kaldığında şunu sorar mı: “Mutlu muyum?”

Yaşanılan şehir neresi olursa olsun, hayat telaşı içindeki insan, bunu geçim derdiyle de yoğurunca kendiyle pek baş başa kalamaz!

Şimdi öyle bir zamanı yaşıyoruz ki artık insanların “Kendimi ve sevdiklerimi dinlemeye vaktim yok.” deme bahanesi neredeyse kalmamış bulunuyor.

Bununla beraber, çalışma ortamında insan muamelesi göremeyenlerin yükünün salgın sürecinde daha da arttığını fark ettik.

“İnsan, acizliğini belki bir miktar olsun anlar!” umudundayken tüketimin artmasıyla alınan kiloların kimseyi anlayışlı yapmadığı da kesinleşmiş oldu!

* * *

Ülkemizde patlama noktasına gelen işsizliği, fiyatı artan otomobillerin haberleriyle süsleyip “Millet, alacak araba bulamıyor!” güzellemeleriyle süslemek tam da TÜİK’in temmuz enflasyon oranı kadar şaşırtıcı oluyor!

Bu kurumumuzu da istatistiği de pek severim. İngiliz politikacı Benjamin Disraeli’nin şu sözü de hemen aklıma geliverir: “Üç çeşit yalan vardır; yalan, kuyruklu yalan ve istatistik.”

* * *

Bireylerin salgın tedbirlerini bayramda gevşetip işi ciddiye almamasıyla vakalarda ciddi artış olduğu söyleniyor haberlerde. İkinci dalgayı yaşayan komşumuz İran’da corona kaynaklı ölümlerin gizlendiğini iddia etti BBC.

Bizdeki rakamların şeffaflığı da epey bir süre tartışılmıştı. Ölüm sebeplerine düşülen notlarla devletler istediği sonuçları verebilir. Türkmenistan’da hâlen bir vaka görülmemesi de bu durumla yakından alâkalıdır.

Savaşlarda, depremlerde ve salgın hastalıklarda ölüm sayılarının gizlenmesiyle halkının infiale kapılmasından mı korkar devletler?

Eğer gerçek sayılar kamuoyuna şeffaf bir şekilde aktarılırsa o zaman devlet idarecilerinin yükü en az iki kat daha ağırlaşır. Hükümet programlarında 5 senede yapılacakların aslında 6 ay gibi kısa süre içinde yapılması gerektiği ortaya çıkar. Bu da hiçbir hükümeti de devletlüyü de pek sevindirmez!

* * *

İşe yetişmek için sabahın erken saatinde güne başlayan bir insan, hangi şehirde yaşarsa yaşasın, elbette çeşitli sevinç ve kederin sahibidir.

Gün içinde kendiyle baş başa kaldığında “Mutlu muyum?” diye sormasa bile istatistik kurumunun açıkladığı işsizlik rakamları içinde olmadığı için bir miktar mutlu olacaktır.

Sonra bir sokak röportajına denk geldiğinde şöyle diyecektir: “Efendim, asgari ücretle geçinmesi zor, faturalara dahi yetişemiyoruz, lütfen hâlimizi görsün büyüklerimiz!”

Sonra haber bülteninde 30 çocuklu Tanzanyalı bir madencinin bir ay içinde üçüncü tanzanit taşını bulduğundan bahsedilecek ve madencinin milyon dolarlık zenginliğine karşın 2000 ineğine bakmayı sürdüreceği açıklanacak. Bu haberle olsun, hayvancılığın önemi anlaşılacak mı peki?

Haberi izleyen köylülerimiz, Tanzanyalı madencinin zenginliğine eriştiğinde şehirden bir ev alıp oraya mı yerleşirdi, yoksa köyde yaşamaya devam mı ederdi? İşte ben de bu soruyu sorardım kendime!

* * *

Louis Aragon’dan Attila Tokatlı çevirisi bir şiirle:

“Yalnız insan merdivendir 
Hiçbir yere ulaşmayan 
Sürülür yabancı diye 
Dayandığı kapılardan  
...
Yalnız insan kayıp mektup 
Adresi mi yanlış nedir 
Sevgiler der fırlatılır 
Kim bilir kim tarafından.”

Yazarın Diğer Yazıları