Selahattin DEMİREL

'Mahallecek aşka inanmıyoruz!'

Selahattin DEMİREL

  • 707

Pazartesi, bayram sonrası, ekonomik durgunluk ve bitmeyen arayışlar derken yine gayrete düşmenin en iyi yol olduğunu kabul edip yola çıkış! Bu canına yandığımın dünyasında gayretsiz, umutsuz, beklentisiz yaşanır mıydı yani?

Şimdi hangi hâl üzeresiniz, bilmiyor ama tahmin ediyorum. Merak etmeyin “edilmektedir, gidilmektedir, beklenmektedir” gibi soğuk ifadelerin havada uçuştuğu bir yazı olmayacak bu! Açıklanan işsizlik rakamlarından, cinayetlerden ve birkaç manyak devlet idarecisinin elinde oyuncak olan dünyada savaş çanlarının hep çaldırıldığından bahsetmeyeceğim ama bahçedeki gül ağacından, ağlayan bir çocuktan, akşam işçi yorgunluğuyla evine yürüyenlerden, “aşımıza, ekmeğimize göz koyanlardan” dem vuracağım vakti geldiğinde ve rahmetli anneannemin sözünü hep aklımda tutacağım: “Yalan dünyanın işi böyle!”

Siz, caddelerde birbirinizin yüzüne bakmadan yürürken ne çok hayatların yanınızdan geçtiğinin hesabını yapmadan yaşamaya devam ededurun bense bir yazının sancısını her an duymanın acısından uzak tutamayayım kendimi! Neylersiniz, bu bir görev! Kaçamadığım, “aman boş ver!” diyemediğim bir sorumluluk!

Geçen bayramın daha öncekiler gibi olmadığından, bir şeylerin gittikçe tadının kalmadığından ve aranan tatlar için sığınılan bayram şekerlerinin de artık glikozla dolu olmasının büyük hayal kırıklığına sebep olduğundan bahsediyorsunuz şu sıralar, biliyorum. 21. yüzyılda yaşama görevini size veriverdiler, çekin çilenizi haydi! Hâlbuki bu sorumluluğu dağlar, taşlar yüklenmemişti, siz de o kadar istekli görünmeseydiniz ne yapalım?

* * *

Yazı için gayrete düştüğümde İstanbul sağanak yağış sonucunda felaket şehrine dönüşmüş, bir yurttaşımız canından olmuştu. Neydi onun hikâyesi, ailesi ve sevenleri tarafından her yağmurlu günle beraber artık o da hatırlanmayacak mıydı? Henüz kimliği tespit edilememiş, otopsisi yapılan bu insan da bir cumartesi gününü yaşamak için evinden çıkmıştı. Anneannem haklıydı, yalan dünyanın işi böyleydi işte! Bir şehrin altyapısının iyi olup olmaması bu yalan dünyanın işleri arasında mıydı peki?

Neredeyse 4 aydır uzağında bulunduğum İstanbul’da yağmur bir felakete dönüşürken ilçem Devrekâni’de de belediye ilan hoparlöründen şu ses yayılıyordu:

“Son yapılan değerlendirmelere göre ilimiz genelinde çok kuvvetli yağış beklendiğinden dolayı ilçe halkımızın tedbirli olmaları önemle rica olunur, ilanen duyurulur!”

Meteorolojinin uyarıları içinde şehirlerde işlenen günahlardan, kırılan kalp ve canlardan, dökülen gözyaşlarından bahsedilmiyordu. Fizik yasalarına göre teknolojik araçlarla ölçülen hava olayları hakkında hissiz açıklamalardı bunlar ve bazen işte böyle korkutucuydu: “Aman dikkat! Kuvvetli yağış geliyor, doluya tutulabilirsiniz hatta donabilirsiniz!”

İnanıyorum, bir yerlerde güzel şeyler de oluyordur, bakmayın siz! Mesela; umutla beklenen bir çocuk dünyaya geliyor, bir hasta uzun zamandır şifa aradığı hastaneden taburcu oluyor, bir asker, tezkeresini alıp sılasına dönüyor, gurbetçi işçi, ailesine kavuşuyor, sevenler sevdiğine hasretle sarılıyor, Bob Ross’un resimlerini aratmayacak pek çok mutluluklar da yaşanıyordur işte! Allah’tan yaşanıyor, yoksa bu yazı çok asık suratlı olacaktı.

* * *

İstanbul Zeytinburnu’nda bir sokak duvarında “Mahallecek aşka inanmıyoruz!” yazısını görünce düşünmüştüm, gerçekten mi? diye. Çok iddialı olan bu yazının peşini takip edip o mahalleliyle bir röportaj yapamadım, çünkü ben de bir şeylerin arayışındaydım ve hâlâ da öyleyim ama aşka inanıyorum hem de bunca rezil, naylon olanlarına inat!

Tüm suçu pazartesiye yükleyip de gününüzü kötü yaşamayın efendim ve unutmayın, bir şeyler yolunda gitmiyorsa hem bulunduğunuz yolu bir yoklayın hem de kendinizi!

O sokak duvarına yazanlar, yazdıklarının bir köşe yazısında bahsedileceğini hiç tahmin ettiler mi bilmiyorum ama ince hesapların kaba insanlarına inat yüreği temiz tüm insanlara merhaba diyorum ve Yılmaz Odabaşı’ndan bir şiirle bağlıyorum:

“(ey hayat, sen şavkı sularda bir dolunaysın
aslında yokum ben bu oyunda
ömrüm beni yok saysın…)

yaşam bir ıstaka
gelir vurur ömrünün coşkusuna
hani tutulur dilin
konuşamazsın!

tırmandıkça yücelir dağlar
sen mağlupsun sen ıssız
ve kalbinde kuşların gömütlüğü
tutunamazsın…

eloğlu sevdalardan dem tutar
aşk büyütür yıldızlardan
yasak senin düşlerin
dokunamazsın...

birini sevmişsindir geçen yıllarda
açık bir yara gibidir hâlâ
hâlâ ne çok özlersin onu
ağlayamazsın...”

Not: Belediye hoparlöründen duyurulan uyarının hakkı vardı, İstanbul’daki yağış memleketime de gelmişti. Bize pek çok şeyi düşündüren yağmurda umarım hiçbir çiftçinin ürünü tarlada kalmamıştır.

Yazarın Diğer Yazıları