Selahattin DEMİREL

Pudra şekerinden amirallere…

Selahattin DEMİREL

  • 7901

O gün belediye ilan hoparlöründe bir vefattan bahsediliyordu. Genç bir işçi, inşaat hâlindeki binaya asansör kurulurken boşluğa düşerek hayatını kaybetmişti. Ardından vergi yapılandırma borçlarının son ödeme tarihini hatırlatıyordu duyuru memuru.

Birbirinden çok farklı iki ilanı duyanlar neler düşünmüştü o sıra?

Şehrin gündeminde başka bir olay vardı. Herkes, tüh, diyordu. Olur muydu böyle şey? Koca tarihî kentin itibarı zedelenecek miydi yani?

“Ben demiştim.” diye söylenenler, “Başka derdimiz yokmuş gibi!” diye sinirlenenler olmuştu.

Olayın başrolündeki kişiyle anısı olanlar, eski defterlerin sayfalarını çevirmeye başlamıştı. “Onu da yapmıştı, bunu da etmişti.” diyorlardı. Yuh olsundu!

Çok sonra bile duymazdan gelinecek bir ses şöyle diyecekti: “Peki, niye zamanında bunları söylemediniz? Yoksa siz de onun gibi…”

Burada kötü bir alışkanlık vardı. Kişiler görevdeyken değil, görevi bittikten sonra eleştirilirdi. Görevdekilerin yanlışları görmezden gelinir, böylece çatlak seslere fırsat verilmemiş olurdu! Erken öten horozları da taşlayıp dışlamak âdettendi!

Açıklamalar, açıklamalar…

Güzel şehrimiz Kastamonu’nun salgından payını fazlasıyla aldığı şu günlerde beklenmedik bir videonun ortaya çıkmasıyla şehrin önceki belediye yönetimiyle ilgili pek çok kişi, epeydir eteğinde biriktirdiklerini döktü. İddialar, sorular, kanılar ve yargıya varışlar…

Nihayet, önce malum videonun başrolündeki Kürşat Ayvatoğlu, bir video röportajla ortaya çıkıp “pudra şekeri” açıklamasıyla ilgili “Partiyi üzmemek adına aklıma ilk geleni söyledim.” diyor, dost sandığı insanların kalleş tuzağına düştüğünü belirterek uyuşturucu kullanmasını Kastamonu’daki seçimin kaybından sonraki psikolojiyle açıklıyordu.

Otomotiv işine olan ilgisinin gelirine etkisinden ve iyi yaşama arzusundan da bahsediyordu. Hem Cumhurbaşkanı’na hem de İçişleri Bakanı’na sevgilerini ve özürlerini belirtmeyi de ihmal etmiyordu.

Ardından da belediyenin önceki başkanı Tahsin Babaş’tan yazılı bir açıklama geldi. Çalışanların mali durumları ve özel hayatlarından kendinin sorumlu tutulamayacağını belirten Babaş, ailesini yakından tanıdığını söylediği Ayvatoğlu’nun, 2014’teki seçim kampanyasında çalıştığını açıklayarak daha sonra geçici taşeron kadrosundan Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğünde grafik ve tasarım servisinde işe alındığını, 2018’de de bu müdürlüğe vekâlet ettiğini ama özel kalem müdürlüğü görevi verilmediğini ifade etti.

Babaş, Ayvatoğlu’nun genel merkezdeki görevi için referans olduğunu kabul ederek hakkındaki iddiaları yalanlayıp iftira atıldığından bahsediyordu.

Özellikle şehir mimarisindeki yüksek kat eleştirilerine karşı “15 kat sınırını biz koyduk.” diyor, “Sayıştay denetimlerinde en şeffaf ve düzenli muhasebe için teşekkür” aldıklarını da vurguluyordu.

AK Parti İl Başkanı Doğan Ünlü de dünkü açıklamasında konunun şahsi olduğunu söyleyerek “İçimizdeymiş gibi görünen insanların da kendi ikballeri için, kendi geleceklerine zemin hazırlamak için hem parti teşkilatlarımıza hem şahsıma dönük yalan yanlış karalama, çamur at izi kalsın politikasıyla karşı karşıyayız.” diye belirtiyordu.

Açıklamalar böyleyken gerçekler neler söylüyordu peki?

Keşke daha önce konuşsaydınız…

Kastamonuspor’un antrenmanlarını yaptığı tesisin yanında inşaatı başlayan yapı üzerine geçtiğimiz yaz ciddi bir tartışma çıkmış, arsa sahibi neredeyse meydan okumuştu. Burası, Babaş’ın arsa-konak takası politikasıyla belediyeden çıkmıştı.

O zaman gözler AK Parti İl Başkanı Doğan Ünlü’yle Tahsin Babaş’a çevrilmiş ama hiçbir tepki vermemişlerdi.

Başkanlığı bittikten sonra ilk defa bir açıklamada bulundu Babaş. 2 yıl sonra konuşması için böyle bir olayın vuku bulması gerekmeseydi keşke!

Daha önce gündeme getirilen 100 bin liralık pastırma faturası ve belediyeye gitmeden maaş aldığı iddia edilen kişilerle ilgili de tatmin edici bir açıklama yapılmamıştı.

Tüm bu sessizlik, şehir halkını da ister istemez doldurdu. Belediyenin eski bir çalışanı, uygunsuz bir vaziyette ve açıklanması gereken zenginlik içinde görülünce eleştirilerden Babaş’ın da AK Parti Kastamonu ve merkez yönetiminin de nasibini alması kaçınılmaz oldu.

* * *

Babaş’ın açıklamasındaki “15 kat sınırını biz koyduk.” sözüyle aklıma Olukbaşı Mevkii’nde yükselen, isminin sonu “mall”la biten heyula geldi! Sahi şehre kibirle bakan bu kapitalizm abidesi yapıya müsaade ederken çok düşünülmüş müydü acaba?

Sayıştay’ın 2018 raporunda, belediyenin Özel Kalem Müdürlüğüne 2016, 2017 ve 2018 yıllarında yapılan 5 atamanın mevzuata aykırı olduğu tespit edilip eşitlik ve liyakat vurgusu yapılmışken Babaş’ın bahsettiği “teşekkür” Sayıştay’ın hangi raporundan sonra alınmıştı?

Yapılan hizmetleri “Klavye başında siyasi linç yapmak isteyenlere” yedirmeyeceklerini söyleyen Babaş döneminde hiç mi doğru bir şey yapılmamıştı peki?

Kastamonu Merkez’de yaşayanların yorumlarına göre ortada bir hizmet vardı. Bundan memnun kalan da kalmayan da elbette olacaktı. Fakat yapılan iyi hizmetlere gölge düşüren çalışmalar da vardı. İlgililerin bunun üzerine düşünmeyişi seçim sonucuna yansımıştı!

Bazı yanlışlar!

Kastamonu’nun gelişip insanlarının mutlu, huzurlu ve refah içinde yaşaması için neler yapmalıyız? diye düşünmemiz gerekirken ne yazık ki kaydı sorunlu tutulmuş eski defterlerin hesabından vakit bulamaz hâldeyiz!

Seçim çalışmasında görev alan AK Parti’li bir aileye mensup grafiker, belediyeye alınmasaydı bugün bunları konuşarak vakit öldürmeyecektik! Ah liyakat, sen nelere kadirsin!

Gerçi, Bay Kürşat’ın açıklamalarına bakılırsa belediye personeli olması onun hızını kesmiş, asıl geliri, otomotiv sektörüne olan ilgisinden kaynaklanıyormuş.

Böylesi yetenekli bir genç, belediye çalışmaları olmasa belki de bugün ülkenin sayılı otomotivcilerinden biri olacaktı! Şu talihin işine bakın!

Neyse ki parti genel merkezinde görev almasıyla kendine gelecek, artık daha çok lüks araçların ticaretini yapmaya başlayacaktı.

* * *

Bu olaydan sonra Babaş, hakkındaki iddialarla ilgili “Delili olanlar gerekli mercilere” başvursun derken Başkan Vidinlioğlu da belediyenin denetime açık olduğunu ifade etti.

İleriki günlerde konuyla ilgili belediye meclisinde bir araştırma komisyonu kurulur mu bilinmez ama sevgili ülkemdeki usulsüzlüklerin çoğu usulüne uygun yapıldığı için ortada bir yolsuzluk varsa tespit edilir mi, orası meçhul!

Amiral battı!

Amiral battı oyununu bilir misiniz? Şimdi amiral denince aklımıza yalnız bu oyun gelseydi, ne iyi olurdu. Fakat “bazı gelişmeler” buna müsaade etmiyor efendim!

Gündemine kurban olduğumuz ülkemizin pudra şekeri efsanesinden sonraki yeni konusu emekli amirallerin gece yarısı bildirisi.

4 Nisan tarihli gece yarısı yayınlanan 104 emekli amiralin bildirisi, “Yüce Türk Milletine” diye başlıyor, Montrö hassasiyeti vurgulanıyor, Deniz Kuvvetleri’nin son yıllarda yaşadığı FETÖ saldırılarından bahsedilerek Deniz İkmal Komutanı’nın tarikat evindeki sarıklı görüntülerinin de “çok derin bir üzüntü kaynağı” olduğu belirtiliyordu.

Bildiride kaygıların belirtilmesinden sonra geçen “Aksi halde, Türkiye Cumhuriyeti, tarihte örnekleri olan, bunalımlı ve bekası için en tehlikeli olayları yaşama risk ve tehdidi ile karşılaşabilecektir.” ifadesi ve gece yarısı yayınlanması “darbe çağrışımı” yorumlarına neden oldu.

Elbette amirallerin, kendi alanlarıyla ilgili görüşlerini paylaşmaları önemlidir. Fakat usulleri ve bu “Aksi halde” ile kastedilenin açık ifade edilmemesi, tartışma ortamına zemin hazırladı.

Amiraller hakkında soruşturma başlatıldı, gözaltına alınanlar oldu.

* * *

Sevgili ülkemde emekli subaylar ve astsubayların dernekleri gibi bir Emekli Amiraller Derneği bulunsaydı ve bir gündüz vakti çaylı kurabiyeli basın toplantısıyla görüşlerini paylaşsalardı şimdi bu gerilimi yaşamayacaktık.

Elbette ki darbeye de imasına da karşı olmalıyız. Bu bildiriden bir darbe mesajı çıkarmak pek kolay değil. Bildiri sahibi amirallerin emekli olmaktan başka hiçbir yetkileri yok ancak açıklanış biçimi, geçmişteki acı demokrasi tecrübelerini hatırlatmıştır.

Hem salgının hem de ekonomik darboğazın iyice bunalttığı milletimize karşı sorumlu değerli büyüklerimizden de buradan siyasi malzeme çıkarmak yerine esas gündemimize odaklanmalarını istirham ederiz. Fakat bu bildiri pilavının da epey bir su kaldıracağı görülmektedir!

Yoksa biz de bilmeden bir bildiri mi yazdık şimdi? Yok, aman, haşa! Ama asırlar önce Hayyam’ın yazdığı şu dörtlüğe imzamızı atarak yazımızı bağlayabiliriz:

“Canların canı dost, gel etme, dinle beni.
Küsme feleğe, değmez, yeme kendini;
Çekil, otur gürültüsüz bir köşeye,
Seyret bu hengâmede olan biteni.”

Keşke gürültüsüz bir köşe bulabilseydik…

Yorumlar 2
Sinan usda 08 Nisan 2021 22:16

Çok güzel bir yazı mühim olan kürşatlar deyildir bu insanları ileri getiren siyasi düzendir fakat işin ucu tam enbaşa dayanacağından bugün amiraller yarın generaller gündemiyle unutturulur

37500 07 Nisan 2021 13:58

"Keşke gürültüsüz bir köşe bulabilseydik" ? Aman efendim yapmayın, gürültüsüz köşede gurultusu duyulur karınların. Aksine yeni gürültüler üretelim, yoksa maazallah...

Yazarın Diğer Yazıları