Selahattin DEMİREL

'Sahibinden ihtiyaçtan' satılık!

Selahattin DEMİREL

  • 621

Geçende Tosya yoluna doğru yürürken oto galerinin önünde bir otomobil gördüm, anlaşılan satılıktı. “Yahu sana ne be adam? İsteyen alır, isteyen satar, ona da mı karışacaksın?” demeyesin sakın aziz okurum! Eğer bu otomobil yaklaşık bir ay önce vefat eden bir tanıdığınızın neredeyse 20 yıldır kullandığı emektar otomobiliyse herhâlde siz de dikkat ederdiniz değil mi?

Rahmetli anneannem hayatta olup bitenlerden, eskilerden, yenilerden bahsedip sonunda da hep şöyle söylerdi: “Yalan dünyanın işi böyle!”

Dünya hayatı bu yanıyla kimseyi şaşırtmamalıydı yani! Yine de oto galeride gördüğüm araba beni hüzünlendirdi. Çünkü şimdi bu dünyada olmayan amcayı pek çok defa direksiyonunda görmüştüm ve selamlaşmıştık da!

Kendisinden yaklaşık iki ay önce de eşi bu dünyadan ayrılmıştı ve ben bu sene ne çok cenazeye katılmıştım! İkisinin böylesi gidişleri Barış Manço’nun şarkısında geçen Sakız Hanım’la Mahur Bey’i hatırlatmıştı bana:

"Çocukluğumun geçtiği o eski mahallede

Aşı boyalı ahşap eski bir evde otururlardı

Sakız Hanım'la Mahur Bey..."

İşin garibi şarkının içinde bulunduğu albümün adı da “Sahibinden İhtiyaçtan” idi! Bu sevgili çift de bu dünyadan ayrılmış, o ahşap ev satılığa çıkarılmıştı. Sakız Hanım’ın kemençe çalışı, Mahur Bey’in de ona kanunuyla eşlik edişi ve en sonunda da satılık evin içinde “boynu bükük” kanuna yaslanmış kemençe görüntüsü, şarkının vurgusuydu.

Oto galerinin önünde gördüğüm araba da sanki Mahur Bey’in kanunu gibi boynu büküktü! Nostaljik koltuk kılıfları sökülmüş bir hâlde yeni alıcısını bekliyordu.

Ölümden ve ölenin geride kalan eşyasından bunca bahsettikten sonra eski Türklerin neden kıymetli eşyalarıyla gömüldüğünü de çözmeye başladım sanki! Bu olay okullarımızda daha çok “öldükten sonra dirilmeye inanmak” olarak anlatılırdı. Hakları var, yalnız, ölenin eşyasının bir başka elde görülmesinin verdiği hüznün etkisi de yok mudur bunda? Nuri Bilge Ceylan’a atfedilen sözü hatırlamalıyız galiba:

“Biri ölür üzülmezsiniz, sonra sandalyeye asılı hırkasını görürsünüz, o hırkanın duruşu kalbinize oturur.”

Zihnini karıştırmadım, aksine karışık zihnini toplamaya çalıştım aziz okurum! Buraya kadar okudun, teşekkür ederim, Allah razı olsun! Şimdi senden tek bir ricam var. Bir motorlu taşıtın yahut evin varsa eğer bu dünyadan ayrıldığında bunların, yakınlarınca satıldığını ve pazarlığının yapıldığını bir anlığına düşünüver. Hatta benim galeride gördüğüm gibi otomobilinin boynu bükük alıcısını beklediğini bir hayal ediver!

Ne oldu kızdın mı bana? Unutma, satanlara kızmıyorum, çünkü şaşırtmıyorlar beni ama yalan dünyanın işinin böyle olduğunu ve böylesi bir dünyada yaşadığımızı anlatmaya çalışıyorum! İnşallah keyfini bozmamışımdır!

* * *

Güzel ülkemde 30 ila 50 bin lira arasında maaş alan sendika başkanlarının Audi’leri, BMW’leri, Volvo’ları olunca haber oluyor. Öyle ya! İşçinin hakkının savunulacağı yerde kapitalist sistemin ağası gibi yaşanıyorsa bu büyük bir çelişkidir.

Aylar önce ajanslarda Hollanda Polis Teşkilatı’yla ilgili bir haber geçmişti. Teşkilat, suçlularla hızlı mücadele etmek amacıyla aldığı 70 adet 3 litrelik dizel motorlu Audi A6 marka araçlarının neredeyse yarısını özel sürüş eğitimi almış yeterli personeli olmadığı için garajlarda bekletiyordu.

Konu beni çok rahatsız etmişti ve güzel yurdumun Audi meraklısı mülki amirleri ve kamu-özel kuruluşlarımızın yetkilileriyle iletişime geçip personeline sürüş eğitimi aldırması için Hollanda Polis Teşkilatı’na çağrıda bulunmuştum. Sendika başkanlarının bu meziyetlerinden sonra çağrıma ekleme yapıyorum:

Sayın Hollanda Polis Teşkilatı Yetkilileri! Aldığınız lüks araçlarınızı daha fazla garajda bekletmeyiniz! Özellikle son günlerde makam araçlarıyla gündeme gelen sendika başkanlarımızla iletişime geçiniz! Onlar, personelinize sürüş eğitimi verirken siz de işçi hakları ve sendika yönetimi konusunda uzmanlarınızla bu başkanlara eğitim veriniz! İki taraf için de çok faydalı olacağını düşünüyorum!

Konular nasıl da birbirine bağlanıveriyor değil mi? Tıpkı bu yazının dün vefat eden Nuri Pakdil’in bir şiiriyle bağlanması gibi:

“İnsanın en çok kalbi temiz olmalıdır.
Tüm organlarımıza buyuran bir güç var onda.
Anlatmaya, yorumlamaya gücümüzün yetmediği bir giz birikimi bu.
İnsanı kalbinden tutamadınız mı, görün nasıl kayıp gidecek elinizden!
Kaygan, yabancı madde dolu bir şey olup çıkacak sonunda.
Kalbin gereksinimlerine dikkat edilmedi mi emek de, ekmek de yitiriverir anlamını.
Ne emek, ne ekmek; önce kalbimiz bozuluyor çünkü.”

Yazarın Diğer Yazıları