8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü vesilesiyle Şerife Bacı’dan bahsedilen, Kastamonu’daki Şerife Bacı Anıtı’na çelenk konulup konu hakkında konuşma yapılan bir haftayı geride bıraktık. Aslında acımasız çalışma şartları içinde çalışan kadınlarla simgeleşmesi gereken bu gün, riyakâr ve anlamından uzak kutlamalara da sahne olması açısından ibret verici özellikler taşıyabiliyor! Nasıl mı? Kimi, olaya sadece kadınlar günü olarak bakarak buradan feminizm güzellemeleri yapıyor, kimi de -özellikle erkekler- içindeki riyakâr romantiği çiçekçilerle buluşturup ne kadar da kadınlara saygılı bir insan olduğunu anlatmaya çalışıyor!
Hayat yolunda beraber yürüdükleri ya da öyle sandıkları erkekler tarafından öldürülen, tanıdık-tanımadık erkeklerin hayvanlarda bile olmayan bakış ve saldırıları karşısında sürekli bir korku, şüphe içinde yaşayan kadınlar, ablalarım, bacılarım! Sizlerin böyle güvensiz, gittikçe yaşaması daha da zorlaşan bir ortamda mutsuz, huzursuz hatta dürüst bir sevgiden uzakta yaşamanıza göz yumanları affetmeyin ama elinden gelenden fazlasını yapmaya çalışıp “Yazıklar olsun bana ki bu kötü bakışları değiştiremedim, bu olayların önüne geçemedim!” diye en sonunda hüngür hüngür ağlayan bir erkeği de ne olur affedin!
Evet, Şerife Bacı’dan bahsediyoruz ama iyi bir izah için yukarıdaki cümleleri de kurmak gerekiyordu.
İstiklâl Savaşı yıllarıdır… İşgal altındaki payitaht İstanbul’undan yine bu ülkeye ait olan silah ve mühimmatı Anadolu için “kaçıran” Kuva-yi Milliyeciler İnebolu Limanı’na geliyordu. Denizyoluyla İnebolu’ya kadar getirilen cephanenin orduya ulaştırılması karayoluyla olacaktı. Anadolu yolları bunun için çok iyi olmadığı gibi motorlu araç sayısı da yok derecesindeydi. Tek seçenek vardı: İnsan gücü.
Erkeklerin cephede olduğu bu zamanda bu yükü cefakâr kadınlar yüklenmişti. İşte Seydiler nüfusuna bağlı Şerife de bu kadınlardan biriydi.
İstiklâl Savaşı sırasında gösterdikleri fedakârlıktan ve gayretten ötürü unvan verilen şehirlerimiz arasında Antep, Urfa ve Maraş yer alıyordu. Bu şehirlerimiz işgale uğramıştı ve Ankara destekli çete savaşları sonunda emperyalist kuvvetleri, Fransızları püskürtmüşlerdi. Antep’te Şahin Bey’in, Karayılan’ın; Urfa’da işgalcilere karşı birlik olan şanlı çete direnişinin ve Maraş’ta Sütçü İmam’ın destanları İstiklâl mücadelemizin en yiğit sayfalarını oluşturur.
Kastamonu’ysa işgale uğramamış olmasına rağmen İstiklâl Savaşı’nda en çok şehit veren illerden birisiydi. Bu şehrin insanı fedakâr ve çalışkandı. İşgale uğramamıştı ama yurdun diğer taraflarında yanan ateşe duyarsız değildi.
Şehrimizi seviyoruz, bunu yaparken de şehitlerimizden çokça bahsediyoruz. Peki, ya o şehitlerin hikâyesi? Şerife Bacı’nın adını mahallelere, okullara, hastanelere verdik, peki, ama onun hatırasına saygıyı isim verip anıt dikmekle yerine getirebildik mi? Şerife Bacı’nın mezarı nerededir? Donarak şehit olan Şerife Bacı’nın ve çektiği kağnıda bulunduğunu bildiğimiz, üstündeki battaniyesini alarak mermiye sardığı çocuğu nerededir? Akıbeti ne olmuştur?
Ulaşabildiğim bilgiler; Şerife Bacı’nın, o zaman Devrekâni ilçesine nahiye olarak bağlı bulunan Seydiler’in Satı Köyü nüfusundan olduğu, cephane yüklü kağnının içindeki kız çocuğunun da adının Sıdıka olduğu ve Sıdıka’nın 1970’li yılların başında vefat ettiği şeklinde.
Şerife Bacı, kağnı arabasıyla yola çıkıp Kastamonu kışlası yakınında donarak şehit olduğunda sene 1921’dir. Şehit olmadan evvel son takatiyle kızı da donmasın diye üstünü kendi bedeniyle örter ve bu kahraman kadın o hâlde bulunur. Peki, böyle bir ortamda Şerife Bacı’nın yanında kimse olmadan yolda bulunması da bir o kadar ilginç değil mi? Bir bebek, bir kadın ve bir kağnı. Ya sonrası?..
Yine Şerife Bacı gibi kağnıyla cephane taşıyan Devrekânili Necibe Nine’den (İşitir) İnebolu’dan Ankara’ya kağnı arabalarıyla mühimmat götüren yöre kadınlarının verdiği mücadele hakkında yakınları neler dinlediler acaba?
“Şöyle şanlıyız böyle namlıyız” diye vatan-millet nutku çekmek kolaydır. Esas vatanseverlik bu gayretkeş insanların hatırasına sahip çıkmakla olur. Yerel yöneticilerimiz, ellerindeki imkânlarla bu işi bir somutlaştırsalar da en azından Şerife Bacı’nın mezarının yerini öğrenebilsek ve kendinden sonra öksüz yaşayan çocuğu hakkında bilgi alabilsek. İşte o zaman bu şehri ve ülkeyi hakkıyla sevmiş olmaz mıyız?