Şevket ÖZSOY

DEĞERLERİMİZ

Şevket ÖZSOY

  • 441

DEĞERLERİMİZLE YAŞAMAK

“İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın” sözü, Şeyh Edebali’nin Osman Gazi’ye yaptığı nasihatlerde yer alan  çok önemli ve anlamlı bir söz. Kaynağı itibari ile millî bir kimlik taşısa da, anlamı itibari ile sınırları aşan ve insanın var olduğu ve yaşadığı her iklim ve coğrafyada baş tacı edilmesi gereken bir mana derinliğine sahip. Evet aslolan insandır ve devlet, insanın güvenliği ve mutluluğu için yine insan tarafından kurulmuş bir sistem, bir organizasyondur. Yusuf Has Hacib’in devlet adamlarına nasihatlerle dolu Kutadgu Bilig adlı eserinde dediği gibi, devlet/yönetici, “bilgi, kılgı(icraat) ve adalet” sahibi olarak ve zayıf ve fakire merhametle muamele ederek halkına hizmet ettiği ölçüde insanını yaşatmış olur ve kendisi de güçlü bir şekilde ayakta kalır, dosta güven düşmana korku verir. Halkı için güven değil korku kaynağı haline gelen, ceberut devlet ve devlet adamlarının eninde sonunda yer ile yeksan olduğunu, hatta yerin dibine geçtiğini bir değil binlerce örneklerle tarih bize göstermektedir.

Evet “insanı yaşatmak” dedik… Nasıl yaşar insan? Sadece yiyip içmekle mi? Elbetteki onlar da gerekli, ama bunlardan ibaret değil insanca yaşamak ve “insanı insanca yaşatmak.” İnsan sadece maddeden; etle kemikten, yüzle tenden ibaret bir varlık değil. O kafes misâli bir bedene ve içerisinde kuş misâli pır pır edip duran, bazan da coşup taşan bir ruha sahip.

“Şu adem dedikleri, el ayakla baş değil,
Adem manaya derler, sûret ile kaş değil.”

Evet böyle diyor  Kaygusuz Abdal. Elbetteki insanoğlunun eli ayağı, yüzü gözü de değerli ve güzeldir, fakat asıl güzellik ruhtadır, gönüldedir.
Yani insan değerli, değerleri var ve değerleri ile var. Başka bir değişle, insan yaratılış itibari ile kerim/değerli olan ve kendisi de bizzat “değer üreten” bir varlık.

ESKİMEYEN DEĞERLER

Dinî, millî ve insanî değerlerimizden bazılarını  birlikte hatırlamaya çalışalım isterseniz: Sevgi, saygı, hoşgörü, hilm (yumuşak huylu olma), adalet, şefkat, merhamet, barış, bağışlayıcılık, güven, doğruluk, haya, cesaret-girişimcilik, tevazu-alçakgönüllülük, sorumluluk, yardımseverlik, temizlik, disiplin…
Bu değerler bizim milli değerlerimiz, dini değerlerimiz, insani değerlerimiz, aynı zamanda da çağlar üstü ve evrensel değerlerimiz. 

Bunları şu yüzden özellikle vurgulamaya çalışıyorum. Bilim ve teknolojinin baş döndürücü bir hızla gelişmesi sonucu, bazıları bu insanî değerlerin de değiştiğini söyleyebiliyor, hatta “çok eskilerde kaldığı” yanılgısına düşebiliyorlar. Gelişen teknoloji ve yeni buluşlar elbette küçümsenemez, ancak onlar sadece gündelik hayatımızda bizlere bazı kolaylıklar sağlar. Örneğin eskiden atla arabayla aylarca süren yolları şimdi saatler içerisinde katediyoruz. Hele haberleşme konusunda neredeyse mesafe/uzaklık diye bir şey kalmadı. Dünyanın taa öbür ucunda meydana gelen bir olay anında cebimizde ya da ekranlarımızda. Evet böyle bir dünyada yaşıyoruz. Dünyanın öteki kıtalarında olanlardan bile saniyeler içerisinde haberimiz olurken, ama bazen evimizin öteki odalarında olup bitenlerden haberimiz olmayabiliyor.

Hassas olmamız gereken nokta da işte tam burası. Yani bitişik odada bilgisayarındaki dünyasına hapsolmuş çocuğumuz acaba hangi sitelerde sörf yapıyor. Elindeki teknolojik alet onu gerçeğin bilgisine mi götürüyor, yoksa onu gerçek dünyadan koparıp sanal alemlere mi sürüklüyor?..
Rabb’imizin bize emaneti olan çocuklarımızı iyi yetiştirmeliyiz. Onlara millî ve manevî DEĞERLERİMİZİ yaşayarak ve yaşatarak öğretmeli ve benimsetmeliyiz. Hangi zamanda ve de yerde yaşarsak yaşayalım mutlu ve başarılı bireylerin yetişmesi değerlerimize bağlılıkla doğru orantılıdır. Zaman mekan değişir fakat insanlık cevheri değişmez. Hava yerine başka bir madde, su yerine başka bir gıda ile yaşamamız nasıl mümkün değilse; bu değerler olmadan, yaşanmadan da insanın insan olarak yaşaması ve yükselmesi mümkün değildir. Suya ne kadar ihtiyacımız varsa sevgiye de o kadar ihtiyacımız var, havaya ne kadar ihtiyacımız varsa inanmaya da o kadar ihtiyacımız var, barış ve hoşgörüye ihtiyacımız var.. Adalet ve yardımlaşma olmayan bir toplum uzay çağında uzayda da yaşasa huzurlu olması ve ayakta durması mümkün değildir. Yüzyıllardır Cuma hutbesinde okunan şu ilâhî fermanın eskimesi pörsümesi mümkün mü?.. Tam tersine her an tar ü taze bir şekilde ruhlarımıza gıda, gönüllerimize şifa sunuyor ve “hayatımızın hayatı” olmaya devam ediyor.

“Şüphesiz Allah, ADALETİ, İYİLİK yapmayı, yakınlara YARDIM etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” (Nahl 90)

Değerlerimizle yaşamak ve değerlerimizi yaşatmak dileği ile…

Yazarın Diğer Yazıları