Selahattin DEMİREL

Dikkat! Bir ihbarda bulunacağım!

Selahattin DEMİREL

  • 657

Evimizin üst yanındaki tarla yolunda akşamüstleri volta atıp kendimle konuşuyordum epeydir. Kemre çekilmiş tarlalara sürüyle inip fışkı içinden çıkardıkları tahıl taneleriyle rızıklarının peşinde olan serçe kuşlarıyla da selamlaşıyordum uzaktan. Bu sefer çarşıya yürüdüm, bir dostumun dükkânına uğradım. İlçede gün boyu hava kapalıydı, bir ara güneş kendini belli eder gibi olduysa da devamını getirememişti.

Akşam ezanı okunduğunda dükkân da kalabalık olmaya başlamıştı. Bunu bahane edip yine yola koyuldum. Çarşı Camii şadırvanında unutulmuş bir hırka gördüm. Burayı bekleyen genç arkadaşa hâl hatır sorduktan sonra hırkayı söyledim. Şaşırmadı. “O, iki haftadır burada ağabey!” dedi. “Herhâlde İstanbul’dan gelen biri unuttu!”

Bu hırkanın sahibi kimdi ve neredeydi? Öyle yapayalnız, şadırvanın askılığında bekliyordu. Belki de hiç gelmeyecekti!

Gittiği yerlerde ayakkabılarını başkalarının giymesinden şikâyet eden bir yakınıma, ayakkabısına bir chip taktırıp GPS sistemiyle izlemeyi önermiştim, gülüşmüştük. Kendi yaşıtlarının çokça tercih ettiği klasik model ayakkabılar giymesiydi belki de onun kabahati. Acaba bu hırkanın sahibi de böyle bir şey düşünmüş müydü? Bu hırka bana Nuri Bilge Ceylan’ın sözünü hatırlattı:

“Biri ölür üzülmezsiniz, sonra sandalyeye asılı hırkasını görürsünüz, o hırkanın duruşu kalbinize oturur.”

* * *

Evden çıkmadan TRT Müzik’te Nazan Öncel “Âşık Değilim, Olabilirim”i söylüyordu, ardından İlhan İrem “İşte Hayat” diyor, hiç beklemeden Nilüfer kendini belli edip “Sevmek eskidenmiş güzelim” diye sanki izleyene bir mesaj vermeye çalışıyordu ve “Yolcu Yolunda Gerek”ti. Bunlar iyi ablalar, iyi abilerdi!

Hele İlhan İrem, şarkısının sonunda bana bir Nazım şiirini düşündürttü:

“Bence artık sen sönmüş bir güneşsin
Bence artık sen yankısız bir sessin
Bence artık soluksuz bir nefessin
Bence artık herkes gibisin”

Nazım üstat ne demişti hatırlamadınız mı?

“Mâziye karışıp sevda yeminim,
Bir anda unuttum seni, eminim
Kalbimde kalbine yok bile kinim
Bence artık sen de herkes gibisin.”

Üstat bunu iki farklı şiir olarak yazmıştı. Yukarıdaki, 1920 yılında yazdığıydı. İki yıl evvel yazdığındaysa şöyle seslenmişti o malum kişiye:

“Yolunu beklerken daha dün gece
Kaçıyorum bugün senden gizlice
Kalbime baktım da işte iyice
Anladım ki sen de herkes gibisin”

Nereye mi varmak istiyorum? Sana kıymetli okurum, sana! Yüreğinin ta en derinine hem de!

Şimdi sen belki bir okulda öğretmenler odasında, bir otel lobisinde, kahvehanede, pastanede, dükkânında ya da herhangi bir devlet dairesinde bu yazıyı okumaktasın!

Hiç olmadı, rakip bir basın-yayın kuruluşunda “Vay be! Ne yazıyor bu herif?” diyorsun! Hiç mesele değil! Sende bir yürek varsa işte onunla benim işim ve açıkçası şu satırlarda buluştuysak bir parça insaniyet bulunuyor demektir ikimizde de! Haksız mıyım?

Yazımı akşamın geceye doğru ilerlediği bir anda yazarken aklımdan bir şehirler arası otobüs yolculuğu geçiyor. Başlarını otobüs pencerelerine yaslamış yolcular neleri düşünüyorlardır sahi şimdi? Beklenmedik serüvenlerin başrolündekiler; terk edenler, edilenler, kaçanlar, kaçıranlar… Her an enselerinde soğuk bir namlunun korkusuyla kalpleri çarpa çarpa şehir şehir gezenler, ihale fesatçıları, yer altı örgütleri ve aklımızın, hayalimizin almadığı nice kötüler ve kötülerden uzak durmak için diyar diyar gezenler!

Galiba varmak istediğim yeri artık açıklamanın vakti geldi, sıkı durun!

VE İHBARDA BULUNUYORUM!

Bu gece bir karara vardım. Neden eski sevdalar yaşanmıyor, niye bu insanlar böyle hiçbir şeyle mutlu olmayıp yanlarındakinin kıymetini bilmiyor diye düşünürken suçluyu buldum: Kişisel Gelişimciler!

Evet! Bu kişisel gelişim kitapları ve onların insana dair her haltı bildiğini iddia eden yazarları! Bütün hayatımızı onlar mahvetti. Sevip sevilmediyseniz, üstüne bir de aşağılanıp hor görüldüyseniz bu rezillerin yüzünedir, haberiniz olsun!

Bunlar kitap raflarına ve hayatımıza girdiğinden beridir bet bereket kesildi, hiçbir şeyin tadı kalmadı. İşin garibi kendileri de ahım şahım bir hayat yaşamamalarına rağmen bizlere mutlu olmanın yollarını, evlilikte dikkat edilmesi gerekenleri ve insan ilişkilerine dair önerilerini paylaşmaktan çekinmiyorlar! Pes doğrusu!

Kıymetli okurum! Bu iş böyle gitmez, bu işe bir dur demek gerek! Bir örgüt kurup dünyadaki tüm kişisel gelişimcileri ortadan kaldırmayı düşünüyorum! Gel sen de örgütüme katıl, militanım ol!

Eğer tez zamanda harekete geçmezsek saf, dürüst aşkların az da olsa yaşanabilme ihtimalini, dostluğa dayalı insanlık ilişkilerini tümden kaybedeceğiz, benden söylemesi!

Evet, durum çok ciddi! Gelin hep beraber yüzyılımızı kana bulayan emperyalist devletler kadar tehlikeli olan bu kişisel gelişim endüstrisini ortadan kaldırmak için yola çıkalım!

Gerçi Bülent Akyürek “İçinizdeki Öküze Oha Deyin!” kitabıyla bu kesimin foyasını meydana çıkarmış, ne söylüyorlarsa Kur’an’ın tersi bir dünyadan bahsettiklerini, helal-haram hassasiyetiyle yaşanması gereken hayatın kişisel gelişimcilere göre kâr-zarar mantığıyla yorumlandığını vurgulamıştı. Yine de bu konuda bizim de bir şeyler yapmamız gerekiyor!

PLANIMI PAYLAŞIYORUM!

Önce ülkemizden başlayarak bu kişisel gelişimcileri bir bir yakalayıp Google Harita’da asla yeri görünmeyen Bulgaristan sınırında, terk edilmiş bir ahırda toplayacak sonra da bir manifesto yayınlayacağız. Manifestomuz çok kısa ve net olacak:

“Eğer bundan sonra tek satır yazıp bize mutlu aşkın, evliliğin ve iyi insanın tanımını yapmaya kalkarsanız sizi bu ahırda eşeklere gıdıklatırız!”

Bu ciddi tehdit sonrasında zaten okur eleştirilerine bile tahammülü olmayan bu zevat korkup kişisel gelişimde ısrar etmeyecektir ve böylece yeryüzü felah bulacaktır!

İhbarım da konuyla ilgili! Ülkemin tüm Asayiş Şube Görevlileri! Her an harekete geçebiliriz! Örgütümüzün adını tam netleştiremedim ama “KGGH” üzerinde yoğunlaştım. Şeffaflıktan yana olduğum için onu da paylaşayım: “Kişisel Gelişimcileri Gıdıklama Hareketi”

Avrupa Birliği’nden destek alabilmek için kurulan dernekler kadar olmasa da bizim de bir pastane masrafımız olacak, kurabiye ve çay için bir bütçeye ihtiyaç duyuyoruz! Görüyor musunuz, davanın içine yine para girdi! Davamız için yazıyordum hâlbuki! Örgütümüze bir dernek süsü vermeye çalıştığımı da fark ettin hemen değil mi kıymetli okur?

Asayiş Şube Görevlileri! Bu kendimizi ele verişin bir anlamı var. Gelin biz bu gıdıklama hareketinden vazgeçelim ama ülkemin tüm arayışta olan gençleri ve orta yaşlıları olarak şu Bulgaristan sınırındaki terk edilmiş ahırın tapusunu alıp orada bir besi hayvancılığı yapabilme konusunda bize yol gösteriniz! Neyleyelim dava içerden çürüdü!

Biz besi hayvancılığı için davadan vazgeçsek de umarım bir gün o eski samimi, dürüst ve çıkarsız sevdaların yaşandığını görürüz. Yoksa yalansız sevilenlerin “ben sana karşı bir şey hissetmedim, hissetmiyorum!” küstahlığından kurtulamayacağız!

Onlar da haklı gerçi, hissetmek için evvela bir kalp taşımak gerekir! Kalbin yerinde bir taş varsa ondan his beklemek, kişisel gelişimcilerden sağlam bir toplumsal roman beklemek gibi bir şey olacaktır!

GİDENİN ARDINDAN!

Onu ilk defa Ramazan ayı içinde Çay Boyu’nda bankaların yoğun bulunduğu sırada görmüştüm. Sırtında kamburu, elinde satmaya çalıştığı çoraplarıyla o sıcağa aldırmadan rızkını çıkarmaya çalışıyordu.

Haberini okudum, Cumhuriyet Meydanı’ndan karşıya geçerken bir araba çarpmış, hastaneye kaldırılmış ama hayatını kaybetmişti.

Birkaç ay önce de Nasrullah Meydanı’ndaki çay bahçelerinden birinde yakınlarımla birlikte otururken yan masadakilere misafir olmuştu. Bir gün onunla konuşup hikâyesini dinlemek istiyordum ama Azrail benden önce davrandı. Umarım bunca zamandır burada olup da muhabir ya da yazar olarak kendini tanıtanlar bu amcanın hikâyesini dinlemiş ve yayımlamışlardır! Allah rahmet eylesin!

Ne demişti şair?

“Bakmayın çekilen perdelerin
Aydınlık oluşuna bu şehirde
Renk renk desenlerine kanmayın
Saklısında kim bilir kaç yüreği
Bu ayrılıklar boğar
Kim bilir ardına kadar susmuş ömürleri
Paslanmış ne çok kapı bekler!”

Keşke haksız olsaydı şair!

Yazarın Diğer Yazıları