Şevket ÖZSOY

SADAKAMATİK

Şevket ÖZSOY

  • 1029


İnternette dolaşırken bir haber sitesinde şöyle bir habere rastladım. “Sadaka vermede son teknoloji: Sadakamatik” Evet haber başlığı aynen böyle. Haberin içeriği özet olarak şöyleydi: Kütahya’da iki lise öğrencisi, Osmanlı’daki ‘sadaka taşı’ uygulamasından esinlenerek ATM cihazına benzer bir yöntemle sadaka,zekât, fitre vb. yatırılacak, sistem anlaşmalı bankalar yoluyla e-devlet’e de bağlanarak ihtiyaç sahiplerine para yardımı yapılması sağlanacak. Böylelikle hem “sağ elin verdiğini sol el bilmeyecek”, hem de sadakamatikten kimlerin para aldığı bilinmeyeceği için yardım alan rencide olmamış olacak. Yani temel prensip, kimin kime yardım ettiğinin bilinmemesi ve insan onurunun korunması.

Haberle ilgili yorumlar ve eleştiriler bir hayli fazla. Çoğu da, ihtiyacı olmayan kişilerin bu durumu istismar edeceğine dair. Haksız da değiller. Çünkü artık fertleri birbirlerine güvenmeyen/güvenemeyen, itimat etmeyen bir toplum haline geldik maalesef. Düşünün ki, ölen anne ya da babasının maaşını alabilmek için eşinden resmî olarak ayrılan/ayrılmış görünen, fakat birlikte yaşamaya devam eden yüzlerce belki de binlerce kişi yaşıyor bu ülkede. Buna karşılık bu vatan için kanını canını verip de gazi aylığını kabul etmeyen gaziler ve şehit aileleri de var aynı toplumun içinde.

Kastamonu’muzda da geçmişte bir hayli örnekleri bulunan sadaka taşları zaman içerisinde, toplumdaki değişimlere (olumlu-olumsuz) de ayak uydurarak ya da ayak uyduramadığı için geçerliliğini yitirmiş ve bir köşeye atılmış. Hatta öyle olmuş ki son yıllarda duyarlı birkaç araştırmacı bunları fark edip de bunların ne işe yaradığını bizlere anlatmamış olsaydı, belki de sadece bu millete has olan ve insan onurunu ve kişiliğini zedelemeden de insana nasıl yardım yapılabileceğini gösteren bir uygulamadan haberimiz bile olmayacaktı. Bildiğim kadarıyla Nasrullah Köprüsü üzerinde insanların geçtiği yerde bulunan iki taş da geçmişte bu amaçla oraya konulmuştu. Taşların üzerindeki çukurlar başka bir amaçla yapılmış olamaz. O çukurlar şimdi çimentoyla sıvanarak kapatılmış.

Bütün bunları yazarken sürekli olarak sadakayla geçinen, çalışmadan başkalarına avuç açan insanların çoğaldığı bir toplum özlemi içerisinde olduğum zannedilmesin. Elbetteki aslolan çalışıp helâlinden kazanmak, başkalarına muhtaç olmadan yaşamaktır. Her zaman “veren el alan elden üstündür.” Dilencilik hiçbir zaman dinimizde tasvip edilmemiştir. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) bu konuda şöyle buyuruyor:

“İnsanın yiyip içtiklerinin en helâl ve bereketli olanı, çalışıp kazanarak aldıklarıdır.”(İbn-i Mâce)

“Allah kulunu, helal kazanç talebinden yorgun düşmüş görmeyi sever.”(Tâc)

Adı ister sadaka taşı olsun, isterse sadakamatik; buradaki ana fikir şu. Bir toplumun belki de hiçbir ferdinin, gece- gündüz; yirmi dört saat açıkta duran ve hiçbir güvenlik önlemi olmayan sadaka taşlarındaki paraların kuruşuna dahi dokunmaması, ihtiyaç sahiplerinin de ancak ihtiyacı kadarını alıp kalanını orada bırakmaları. Bir toplumun fertlerinin neredeyse yüzde yüzünün böylesine üstün meziyetlerle donanımlı olması günümüz insanı için gerçekten inanılması bile güç olan bir hadise. Ama roman değil, masal hiç değil; bunlar, bu milletin bir zamanlar bizzat yaşadığı gerçekler. Tıpkı fetih ordularının askerlerinin geçtikleri düşman topraklarında yedikleri üzümlerin karşılığını, fazlasıyla para kesesiyle üzüm bağlarına astıkları gibi. Halbuki savaşa giden bir asker normalde geçtiği yerleri talan ve yağmalamaya meyyal bir psikolojiye sahiptir.

Asıl demek ve sormak istediğim şu: BİZE NE OLDU?!. Belki yazımın başlığı da böyle olmalıydı. Yıkık dökük tarihi eserlerimizin, kitabeleri bile kırılmış çeşmelerimizin yanından geçerken bazen kendi kendime sormuş, bazen de bir dostla paylaşmışımdır bu duygularımı. Su içtiği çeşmeyi bile gayet sanatkârane, mimarî ve estetik bir bakış açısıyla yapan da bu millet, onu kırıp döken, tarihi yapıları viraneye çeviren de yine bizler olmuşuz.

Bugün biraz olumsuzluklardan bahsettik ama, amacımız kimseyi kırmak ve kötülemek değildir. Maksat eksikliklerimizin farkına varalım, cehaletten ve tembellikten kurtulup ilmin ve imanın rehberliğinde insanımızı üstün meziyetlerle donatarak tekrar ayağa kalkalım, ideal  toplumu yeniden inşâ edip insanlığa örnek olalım. Bu milletin böyle bir kabiliyete sahip olduğunu tarih bize gösteriyor.

Evet ümitsiz değiliz, ÜMİTVARIZ… Bu asrın sahipleri müjdelemişler ki; “Şu istikbâl inkılâbatı içerisinde en yüksek gür seda İSLÂM’IN SEDASI olacaktır” inşaallah.

Yazarın Diğer Yazıları