Mehmet SAYAN

BEKLENMEYEN KAZA (HİKÂYE)

Mehmet SAYAN

  • 547

Akşam yemeğini yedim. Çay demlenirken televizyonu açtım. Haberler başlamıştı. O gün bayramın son günü olduğu için yollardaki trafik yoğunluğu ve trafik kazaları gündemi oluşturuyordu.

Bayram öncesi yetkililer yola çıkacak insanları o kadar ikaz etmişler, insanların kendi güvenlikleri açısından uymaları gereken kuralları uzun uzadıya açıklamışlardı. Çayını yudumlarken sunucu sizlere bir son dakika haberi veriyorum dedi: “Antalya’da meydana gelen trafik kazasında bir aile yok oldu. Bayram tatili için Antalya’ya gelen Ilgaz Ailesi dönüş yolunda aşırı hız yüzünden bir tıra arkadan çarptı. Kaza sonucunda Ahmet Ilgaz, Eşi Mine Ilgaz, Oğulları Can ve İsfendiyar can verdiler.” Daha sonra da ekrana kazanın görüntüleri geldi. Donup kaldım. Şaşkınlığım geçince hemen kardeşimi aradım: “Babam, babam ölmüş…” diyebildi. Başladı ağlamaya. Kardeşi: “Geliyorum, yoldayım.” dedi.

Annesi ile babası yirmi yıl önce ayrılmışlardı. Mahkeme kardeşi ve kendisinin velâyetini annesine verdi. Babası, oturdukları daireyi onlara bırakarak evi terk etti. Önceleri haftada bir gün, on beş günde bir onları görmeye geliyordu. Daha sonra bu gelişler seyrekleşti. İki yıl sonra da yeniden evlendi. Babamın bu yeni evliliğinden Can ve İsfendiyar adlı iki oğlu doğdu. Babam artık bizi görmeye gelmiyordu. Biz de Bayramlarda annemin zoruyla babamı görmeye gidiyorduk. “Babanızdır. Benden ayrıldı diye sakın onu ihmal etmeyin. Saygılı davranın” diyen annem bizim için çok önemliydi. Onun bu sözlerini hiç unutmadık. Babama hiçbir zaman saygısızlık etmedik… Her zaman gerekli hürmeti gösterdik… Bu arada babam çok zengin oldu. Sahibi olduğu küçük tekstil atölyesi büyük bir fabrikaya dönüştü. On yıl önce annemi kaybettik. O günden sonra kardeşimle baş başa kaldık. Artık küçük kardeşimin hem annesi hem babasıydım. Problemlere birlikte göğüs gerdik. Birlikte büyüdük… Babamız hayattaydı ama kardeşimi ve beni unutmuştu. Artık bayramlarda da onları bulamıyorduk. Zira bayramları artık ya yurt dışında ya Bodrum’da geçiriyorlardı. Ben resmi bir kurumda memur olarak, kardeşim ise bir otelin restoranında garson olarak çalışıyor.

Kapının zili çaldığında daldığım düşüncelerden sıyrıldım. Gelen kardeşim ve eşiydi. Birbirimize sarılarak ağlamaya başladık… “Beni iş yerinden aradılar. Onlara hemen haber verilmiş. Fabrika müdürü de Antalya’da olduğu için hemen olay yerine, daha sonra da hastaneye gitmiş. Ne gerekiyorsa yapılmış, yarın sabah da cenazeler uçakla getirilecekmiş. Seni arayamadım. Ne diyecektim. En iyisi kendim gelip söyleyeyim dedim. Yolda gelirken de sen aradın. Ne yapalım, kader böyleymiş. Allah, mekânlarını cennet etsin…” dedi.

Sabah cenazeleri havaalanında karşıladık ve cenaze namazının kılınacağı camiye geldik. Dört tabut da musalla taşına yan yana konulmuştu. Caminin avlusu çok kalabalıktı. Herkes üzgündü, ağlayanlar vardı. Kardeşimle birlikte babamın tabutuna dokunduk. İkimiz de ağlıyorduk. Bizi hiç kimse tanımıyordu. Adeta orada yabancıydık… Cenaze namazına gelen bir bey babam için: “Çok yakın arkadaşımdı. Yazık oldu. Bir aile yok oldu. Hayatta kimsesi kalmadı.” diye yanındaki arkadaşına üzüntülerini belirtiyordu. “Vefat eden benim babam!” diye bağırsam mı diye geçti aklımdan. Annemin sözleri aklıma geldi. “Babanızdır. Saygıda kusur etmeyin…” Bağıramadım… Ellerimi açıp  dua ettim: “Allah’ım Babamın günahlarını kusurlarını affet. Onu, eşini ve çocuklarını cennetine kabul et.”

Yazarın Diğer Yazıları