Selahattin DEMİREL

Bağımsızlık Kaç Dolar Eder?

Selahattin DEMİREL

  • 265

Seçimler öncesinde alarm veren ekonomimiz, ABD ile yaşanan sorunlarla doları alevlendirdi ve paramızı 7 kat daha değersizleştirdi. Rahip Brunson mu? O, işin bahanesi!

Ekonomiden bahseden yazılar genelde sıkıcı ve okuyucusu da bir o kadar az olur ama ekonomiden bu aralar bahseden bahsedene. Bu sebeple bu yazı işçisi bu bahiste yer almamaya çalışacak.

İçerdeki ahval-i umumiye şu şekilde:

— İktidar, olanları sadece dış etkenlere bağlıyor ve destekçilerini de böyle motive etmeye çalışıyor.

— Muhalefette yer alanların büyük çoğunluğu suçu iktidarda buluyor.

— Çarşıya pazara doların etkisi tam yansımadı.

— Var olan pahalılığın kura bağlı olarak daha da şiddetlenme ihtimaliniyse düşünmek bile istemiyoruz!

Ekonomistlerin ve gazetelerin ekonomi yazarlarının büyük çoğunluğu ülkemizin dolardan bu kadar etkilenmesini 2 nedene bağlıyor: Cari açık ve borç.

(Cari açık da ne ola ki diyenler olursa her ekonomistin ağzındaki, söyleyene sanki prestij katan bu kavramı ukalalık etmeden açıklayalım: Ülkenin ihracat gelirlerinin, ithalat giderlerinden az olması cari açığı oluşturuyor.)

1 hafta önce ABD’nin İran’a ambargosu başladı, ABD, müttefiklerinden de farklı bir ses çıkarmasını istemiyor, Türkiye, bu ambargoya ciddi bir ticaret alanını oluşturduğu için katılma yanlısı değil.

Rusya’ya yaklaşmamız, Cumhurbaşkanı’nın Çin yuanıyla tahvil ihracı yapma söylemleri ve Trump yönetiminin ABD emperyalizmini bir şova dönüştürme manyaklığının bugünkü hâlde payı olabilir.

Rahip demişken; siz Rahip Frew’u bilir misiniz? Atatürk’ün Nutuk’unda geçen bu isim İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin kurucusu Sait Molla üzerinden talimatlar ve türlü malî destekler vererek Kuvâ-yı Milliye’ye ve İstiklâl Savaşı’na muhalefet hareketini organize etmişti. Kendisi bir ajandı ve bunu din görevlisi kisvesiyle yapıyordu. Ülkemiz vatandaşı olup da emperyalizmin maşalığını yapmayan Hristiyan yurttaşlarımızı tenzih ederek söyleyelim ki bazen bir rahip sadece rahip olmayabiliyor.

Ekonomideki bu sonucun tek faturası ABD değil elbette, betondan başka çıkış yolu üretemeyen bunun da bir süre sonra çıkmaz sokak olduğunu göremeyen iktidarın bugünkü durumda payı büyük.

Madem düşman dişini biledi, biz niye düşman kapısında umutla bekler hâldeyiz? “F-35’leri verecek mi ABD? Silah ihtiyacımız için önemli bir satıcı olan ABD ya bize “yok” derse?”

NATO’dayız, ülkemizde ABD üsleri var ve bunları mevzubahis bile etmiyoruz? Neden korkuyoruz? Zarar göreceği kadar görmedi mi bu ülke? Düşman belli değil mi? İnönü’nün 1946’daki ABD teslimiyetçiliğinden bu yana hâlâ neyi anlayamıyoruz? (Missouri Zırhlısı, ABD ile yapılan ikili anlaşmalar vb. için araştırınız!)

“Hürriyet ve bağımsızlık benim karakterimdir.” diyen Atatürk’ün yakınındaki İsmet Paşa, ülkeyi 1940’ların ortasında ABD sömürüsüne açık hâle getirirken bu sözü hatırlıyor muydu acaba?

Ve şimdiki muhterem idarecilerimiz! “Aynı gemideyiz…” diyorsunuz. Aynı gemide değiliz belki ama aynı denizdeyiz. Kimi bu denizde transatlantikle yol alıyor, kimi balıkçı teknesiyle kimi de mütevazı kayığıyla. Benim gibiler de sadece kollarıyla çırpınarak boğulmamaya çalışıyor! Sahi, aynı gemide miyiz?

Bu yaşadıklarımız bağımsızlığın, ulusal ekonominin önemini tekrar hatırlatmıyor mu bizlere? Dolardan bu kadar çok etkilenen kırılgan bir ekonomiyi yönetmek sizleri düşündürmüyor mu? Çok mu sorduk? Son soru da şu olsun:

Bağımsızlık kaç dolar eder?

Not: Düşme eğilimindeki dolar, bugün ülkemizde bulunan Katar Emiri’nin Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görüşmesi sonrasında ülkesinin, Türkiye’ye 15 milyar dolarlık yatırım yapacağını söylemesiyle 6 lira seviyesine geriledi.

İstanbul’daki Koku!

Caddede gezinirken köyü çağrıştıran bir koku geldi burnuma. Köy buraya mı gelmişti, yoksa hayal mi görüyordum? Meğer Kurban Bayramı için İstanbul’a getirilen kurbanlıkların kokusunu alıyormuşum iyi mi?

“Ay, ne fena o koku!” diyenlerden değilim. Bu kokuyu severim, İstanbul’da da yıllar yıllar önce bu kokulardan vardı, İstanbul ahalisi bu kokuya yabancı değildi. Şimdiyse etin fabrikada üretilip kasaplar- marketler yoluyla satıldığını sanan azımsanmayacak bir kitleyle karşı karşıyayız. Süt üretimi için de geçerli bu. Kamuoyunu düşünen bir yazı işçisi olarak bu kitleyi uyarmak bana düştü, işte açıklıyorum:

Kasaptan, marketten aldığınız o etler var ya; işte onlar ineklerin, danaların, kuzuların, koyunların, mandaların-camışların etleridir.

Ayıp değildir bu, “Bismillahi Allahu Ekber” denerek kesildiğini gördüğümüz, görmediklerimize inandığımız hayvanlardır bunlar.

Şükredin de Hz. Allah bu hayvancağızlara akıl vermemiş. Eğer akıl vereydi, insanlık ete hasret kalırdı, çünkü bu hayvan dostlar “Zıkkım yiyin, ben gidiyorum!” deyip alıp başını uzaklara gidebilir, bir derviş uzletine çekilebilirdi. Kimse de insanlığın geldiği şu son durum sebebiyle kınayamazdı bu hayvan dostlarımızı. Haksız mıyım?

“Vejetaryenlerin bu konuya bakışına ne demeli?” diyenler varsa; vejetaryenler hatta işi yumurta, süt, bal yememeye kadar götürüp vegan olanlar büyük bir duruş sergiliyorlar diyorum. Beslenme yöntemlerine saygım sonsuz, yeter ki kimse insana-hayvana zulmetmesin, dünyayı kirletmesin!

Güzel ülkemde etin kilosu 45-50 liralardayken herkes et yiyebilsin, et yemek zenginlik alâmeti sayılmasın diye Kurban Bayramı’nı vesile bilmeyelim mi? “Onların ne etleri ne de kanları Allah'a ulaşır; fakat O'na sadece sizin takvânız ulaşır.”(Hac,37) ayetini okuyup anlamaya çalışmayalım mı?

Kitaplarda Okuduklarım:

“Peki ya Birleşik Devletler?” diye bağırdı dinleyicilerin arasından bir adam.

Martin de, “Ne olmuş Birleşik Devletler’e?” diye hemen karşılık verdi. “On üç koloni yöneticisini devirip sözde cumhuriyeti oluşturdular. Köleler kendilerinin efendisi oldular. Eli silahlı efendiler kalmadı. Fakat şu ya da bu şekilde efendiler olmadan idare edip yaşamınızı sürdüremediniz ve yeni bir tür efendi sınıfı ortaya çıktı – büyük, yiğit ve güçlü, asil adamlar değil kurnaz, örümcek gibi ağlarını dört bir yana salan tüccarlar ve tefeciler. Ve bunlar sizi yeni baştan köleleştirdiler – ama samimiyetle, gerçek, asil adamların sağ kollarının ağırlığıyla değil; gizliden gizliye, sinsi örümcekler gibi entrikalarla, yaltaklanarak, tatlı sözlerle, yalanlarla kandırarak. Sizin köle yargıçlarınızı satın aldılar, köle parlamentonuzu ayartıp kötü yola sevk ettiler; sizin köle delikanlılarınızla kızlarınızı da kölelikten daha beter muamelelere tabi tutuyorlar. Bugün iki milyon çocuğunuz Birleşik Devletler’in ticaret oligarşisi için ırgat gibi çalışıyor. Aranızdan on milyon köle ne doğru dürüst bir barınma imkânına sahip ne de doğru dürüst karnını doyurabiliyor.

(Jack London, Martin Eden, Can Yayınları, Çvr: Erhun Yücesoy

Yazarın Diğer Yazıları