Ayhan ÇİFTÇİ

Kastamonu 'Sakin Şehir' olur mu?

Ayhan ÇİFTÇİ

  • 1859

Her geçen gün “şehircilik” anlayışı tartışılmaya devam ediyor.
Konuya ayrı bir parantez açmakta fayda var.
Dünyada şehir plancılığındaki güncel yaklaşımlar hızla çoğalıyor.
Enerji etkin kentler, yeşil kentler, ekolojik kentler, akıllı kentler, yavaş kentler öne çıkanları…
Dünyada revaçta olan sakin şehirler de denilen yavaş şehirler kavramını biraz açalım.
Kastamonu’ya uygunluğu üzerinde değerlendirme yapalım.
 
Adı turizmle anılan yavaş şehirlerin ilginç ve uzun bir hikâyesi var.
Hızlı yemeye ve küreselleşmeye bir tepki olarak doğdu.
Bilindiği gibi sanayi devrimi ve küreselleşme yaşam tarzımızı değiştirdi.
Yeni kültürler oluşturdu.
Kola kültürü, hamburger kültürü, cips kültürü oluştu.
Hatta markalar kendi kültürlerini oluşturdu.
Puma kültürü, Nike kültürü, Adidas kültürü diye çeşitlendiler.
Dünyayla birlikte bizimde hayatımızın her alanına sirayet etti.
Masada ayran, sedirde Türk kahvesi içilen kültürümüz değişti.
Ayakta tost yiyen, kola içen kültüre dönüştü.
Küresel köy projesi kültürleri dönüştürmeye, tek türleştirmeye devam ediyor.

Fransız bir çift Alman arabalarıyla Japon yapımı rezidansına geliyor, Amerikan mutfağında İtalyan usulü hazır pizza yiyor.
Hangi ülkede olursa olsun, hangi kökten gelirse gelsin fark etmiyor…
Herkes hıza ve tüketime dayalı aynı kültürü yaşama aşamasında ilerliyor.
Peki, bu kültürü ülkeler mi, küresel şirketler mi belirliyor?
Bunun cevabına bakmaksınız bir karşı hareket gelişti.
Sakin şehirler de diyebileceğimiz yavaş şehirler…
Hızlı yaşama, hızlı tüketmeye dayalı kültüre karşı alanını genişletiyor.
Bütün dünyaya yayılıyor.
Aynı çatıda toplanan Cittaslow Birliği ile yeni üyeler kabul ediyor.
Üyelik kabulü için 59 kriteri var.
Yerel değerleri, özgün mimariyi, öz kültürü ve geleneği korumayı hedefliyor.
30’a yakın ülkeye 200’e yakın üye belde ve şehre ulaştı.
Ülkemizde yavaş şehir hareketinin ilk adımı İzmir ‘in Seferihisar ilçesinden geldi.
2009’da, Türkiye’nin ilk yavaş şehri Seferihisar oldu.
Kısa sürede ülkemizde üye sayısı onları aştı.
Halfeti, Gökçeada, Şavşat, Taraklı, Perşembe ilçeleri ile gelişti.
Şimdi ise aday olan Cide ilçemize kadar ulaşmayı hedefliyor.
 
Cittaslow ilk olarak 1999’da İtalya’da ortaya çıktı…
İtalyanca da citta, şehir demek…
İngilizce de slow, yavaş demek…
Makineleşen dünyaya yetişmek için hızlı olmak gerekiyor.
Bu da insanın zaman anlayışını değiştiriyor.
Özellikle de yemek kültürünü…
Sürekli bir yerlere yetişmek için ayakta yemek, hızlı yemek kültürü gelişti.
İtalya da buna tepki gösteren gurmeler, yavaş yemek (slow food) konusunu açtı.
1986’da, Roma’da kurulacak olan Mc Donalds’a tepki gösterdi.
Gastronomi gazetecisi Carlo Petrini, Slow Food’u kurdu.
Yeme ve içme algısını kültürel boyutta değerlendirdi.
Yaşam tarzı olarak algılanmasını sağladı.
Doymak için tüketmeyen insanlara seslendi.
Yediklerinin arkasındaki birikimi sorgulattı.
Öz kültürün ve birikimin farkına varılmasını amaçladı.
Ve başardı…
Bu haykırış düşündüğünün daha da ötesine taşındı.
Üye olan şehirlerdeki hızlı yaşam, fast food zincirleri azaldı.
Aslına belediye başkanlarının amacı turizm şehri olan beldelerinde sakinlik sağlamaktı.
Trafik sorunu, fast food zincirleri ve gürültüyü azaltarak bu şehirleri sakinleştirmekti.
Marketlerde sırası olmayan, doğallığı olan bir alışveriş hayal edin.
Gözü rahatsız eden bir yapılaşması olmayan, çevresi temiz sokaklar düşleyin.
Korna sesleri bulunmayan bir kasaba düşünün…
Yavaş şehirlerde, işte bütün bunlar kısmen gerçekleşiyor.
 
Kastamonu ve ilçelerinden yavaş şehir olur mu?
Kastamonu ilkesel olarak diğer birçok ilçe de tam anlamıyla elbette olabilir.
Hatta bu tip şehircilik vizyonuna sahip olamayanlar belediye yönetimine de dahi aday olmamalıdır.
Zira birçok ilçemiz borç batağında, bazılarının 90’larda mühendis başkanları varken, bugün ortaokul mezunu başkanları olabiliyor.
Belediyecilik yaptıkça öğrenilir denilecek bir meslek değildir.
Bu akıma imkân olarak çok uzak ilçelerimizde kısmen de olsa bazı ilkelerini uygulayabilirler.
Nüfusu 50 bin altı olan ilçeler üyelik başvurusunda bulunabiliyor.
Ancak bunu bir paye olarak değil yaşam tarzı olarak görmekte fayda var.
Yavaş şehir ilkeleri, tarihi yarımada ve yeni yapılan alanlarda uygulanabilir.

Kastamonu'nun birçok ilçesi kriterlerini benimseyerek, tarihi işlevlerine döndürülebilir.
Merkez zaten tarih kokuyor...
Evliyalar kenti...
MEdeniyetlerin çeyiz sandığı...
Örfü, adeti yıllara inat bozulmamış, korunmuş...

İlçelerde öyle...
Örneğin Devrekani beylikler döneminin en önemli tarihi ilçelerinden...
Fatihin annesinin memleketi...
Candaroğlu İsmail Bey'in yazlığı...
At yetiştiriciliğinin bilinen en önemli merkezi...
Cide zaten bu işin şuurunda ilerliyor...
Araç, Taşköprü, İnebolu, Abana, Çatalzeytin hepsi oldukça uygun...
En azından buraların belli yerlerinde yaşatılabilir.

Böylece hazır yemeklerin yerini yerel yemekler alabilir.
Bu tür restoranlar desteklenebilir.
Eski yapıları restore edilir.
Gürültü ve görüntü kirliliğinin tamamen önüne geçilir.
Çevre projeleri ile hava kalitesi daha da yükseltilebilir ve birçoğu içinse korunabilir.
Organik ürün üretilmesine katkı sunulabilir.
Bağ, bostan ve meyve bahçeleri oluşturulabilir, sayıları arttırılabilir.
Bu akım sayesinde el sanatları da korunmuş olur.
Bunların tanıtımı yapılabilir.
Pazar oluşturulabilir.
Aracı olarak hem lojistik hem seyahat acenteleri kurulabilir.
Bütün bunlar tarihi, tabii ve örfi değerleri olan Kastamonu için büyük avantajdır.
Beylik döneminde kendi kendine yetebilen, hatta dışarı ürün satabilen bir coğrafyadan bahsediyoruz.
İnsanı çalışkan, toprağı bereketli bu coğrafyanın insanlarının önü açmak gerekiyor.

Bu şehircilik anlayışlarını ve kültürünü alabilirsek aşağıdaki gibi onlarca önemli sorunun cevabı kendiliğinden gelecektir.
TURSAB’ın belirlediği Turizm kentleri arasında neden yokuz?
Tren güzergâhına neden dâhil edilemedik?
Kalkınma programlarında neden tam anlamda yer alamıyoruz?
Neden kültür, sağlık, spor şehri değiliz?
Gibi soruları bırakıp yarım yamalak öğrendiğimiz “biz tarih şehriyiz” demekle yetinirsek vay halimize!
O zaman kahraman ecdadımızın da, bu toprakların da yüklediği sorumluluğun altında ezilir de eziliriz.
Netice olarak, “Tarih çizilecek bir tablo değil, çözülecek bir problemdir.”
Çözebilmek dileğiyle…
 

Yorumlar 2
ali 23 Eylül 2016 12:45

Bence milletvekilleri ve belediye başkanları bu yazının çıktısını özellikle son bölümü ezberlemeliler:) Sorumlu daha çok onlar...

mehmet 23 Mayıs 2016 16:34

Güzel ve faydalı bir yazı. Sizi ısrarla takip ediyoruz, çok yönlü ve iyi gazetecisiniz. Doyurucu bilgi verici yazıyorsunuz, bence önerileriniz dikkate alınmalı. Başarılarınızın devamını dilerim.

Yazarın Diğer Yazıları