Ayhan ÇİFTÇİ

Bizi televizyonla kandırıyorlar!

Ayhan ÇİFTÇİ

  • 495

Medya halkın sesi, gözü, kulağı mıdır?
Yoksa baskın grupların sesini duyuran ileri teknoloji buluşları mıdır?
Ya da toplumun sosyal-ekonomik problemlerini maniple eder mi?
Geniş halk kitlelerinin dikkat ve enerjilerini başka alanlara kanalize ediyor mu?
Toplumsal sorumlulukların alt üst edildiği bu gibi onlarca soru sorulabilir…
 
Peki soruluyor mu?
Örneğin toplumu bilgilendirme görevine dair bir eleştiri yöneltildiğini duydunuz mu?
Tamam, bir Sokrat, Eflatun, Senekka, Çiçeron’dan bahsetmesin…
Uluğ Bey, Harizmi, İbni Firnas, Nasreddin Tusi’yi dillendirmesin…
Ama milleti de dizilerle uyutmasın!
Hele yönlendirmeye hiç kalkmasın!
 
Medya denilince akla ilk gelen televizyon.
Televizyon denilince de diziler…
 
Ülkenin eğitim durumu istatistikleri ortada.
TÜİK’in rakamlarına göre 25 ve daha yukarı yaşta olanlarda durum net.
Okuma yazma bilmeyen toplam nüfus oranı yüzde 5,7.
Yani ülkemizde okuma yazma bilmeyen 3.8 milyon insanımız var.
Danimarka'nın nüfusu 5 milyon.
İlkokul mezunu ve okuma yazma bilmeyen toplam 28,5 milyon insanımız var.
Hollanda'nın nüfusu 16,5 milyon.
 
Bu insanlarımız bilgiye nereden ulaşıyor?
Ya da neler izliyor olabilir diye düşünelim.
En fazla izlenen programlar hep diziler.
Öyleyse dizilerden başlayalım sorgulamaya…
Gerisi de gelir belki!
 
Dizilerden ne öğrenebiliriz ki?
Bize yararlı olacak bilgiler olsun, öğretici bir fonksiyon yüklensin.
En azından evden kaçan kızın başına neler geliri bugünün şartlarına uyarlayalım.
Yok yok, ciddiyim.
Bilim, felsefe, edebiyat değil; hayatın içinden bilgiler.
Çok basit olsun, işe yarasın.
En azından toplumsal sorunlara karşı bir uyarıcı bilgiler içerir, farkındalık oluşturur.
Bu bile iyi bir başlangıçtır.
Aslında başlamıştı da…
 
Eski dizi senaryolarını bir düşünelim.
Bizim mahallemizi, ailelerimizi, iş hayatımızı, arkadaşlığımızı, sıkıntılarımızı, mutluluğumuzu konu edinirdi.
Baş aktörler bazen isçi, bazen memur olurlardı.
Kötülükleri öğretirler öneri sunarlardı.
Oturmadığımız mekânları yaşamadığımız hayatı anlatmazlardı.
Özendirmez, akıllı olun! derlerdi.
Oyuncular bugünkü anlamda artist değil, bizlerdendi.
Yürekleriyle oynarlar yüreklerimizde atarlardı.
Bazısı büyüdükçe ne oynadığını, ne anlattığını unutsa da, o zaman için iyi bir öğretici sayılırlardı.
Artık onlarda, hayatımızı anlatan filmlerde yok oluyor.
Belki fark etmiyoruz; ama bizlerde, yaşantımızda, dostluklarımızda yok oluyor.
 
Şu gerçeği kabul edelim.
Medya, en büyük bilgi kaynağı.
Hatta yaşam kültürü oluşturuyor.
Standartlar belirliyor, tarzlar geliştiriyor.
 
İnsanlar kolay öğrenmek istiyor, bilgiye hızlı ulaşmak istiyor.
Sonrasında kaynak taraması yapmıyor.
Doğruluğunu teyit etmiyor.
 
Olayın bir de şuur altı, algı yönetimi boyutu var.
Dizi senaryolarındaki oyuncular kanaat önderi gibi algılanıyor.
Sokaklarda, meydanlarda güvenlik güçlerinin karşısına dikiliyor.
Halkı, izleyenlerini, sevenlerini provoke ediyor.
Medyayla da şahsi düşüncesi, ideolojisi kitlelere aktarılıyor.
Bu durum ister istemez bilinçaltında izler bırakıyor.
 
Halkımız tarafından bunlar ne yer, ne içer düşünmüyor.
Hangi reklamdan, senaryodan, ne kadar kazanır düşünülmüyor.
Oysa her şey gözlerinin önünde cereyan ediyor.
Yaşananlar ortada…
Peki, şu soruyu soralım o zaman?
Medya’nın etiği, oyuncuların sorumluluğu hiç mi yok.
Bence olmalı…

 

Yorumlar 4
Mine Alibekiroğlu 10 Ekim 2016 17:35

Görüşlerinizi ilgiyle okuyorum

Mine Alibekiroğlu 09 Ekim 2016 14:45

Gezilerinize katılabilir miyim

Mine Alibekiroğlu 15 Eylül 2016 09:00

Yazınız ilgi çekici

mehmet 06 Mayıs 2016 12:11

Çok doğru tespitler, teşekkürler

Yazarın Diğer Yazıları